1832 – 1844 YILLARI
ARASINDA YAPILAN NÜFUS SAYIMLARI
VE ÇARDAK HALKININ KISA TARİHÇESİ
AMACIMIZ
Üzerinde
çalıştığımız konu, 1832 – 1844 yılları arasında yapılan nüfus sayımlarına göre
düzenlenen Nüfus Sayım Defterlerinde kayıtlı ailelerin bugün yaşayan
torunlarının kimler olduğu konusudur. Bu çalışma bir anlamda Çardak tarihinin
bir başka yönüdür. Yaptığımız araştırmalarla şimdiye kadar birkaç ailenin bugün
yaşayan torunlarını soyadları ile tespit ederek aşağıda okuyacağınız makaleler
halinde düzenledik. Acizane gayemiz, özellikle şu anda yaşları 80 veya 90 olan
yaşlılarımız da ahirete irtihal etmeden bu araştırmayı bir sonuca bağlamak ve
herkesin “ben kimim?” sorusuna vereceği bir cevap olmak üzere, kitaplığında bulunduracağı
bir kitap halinde yayınlamaktır.
ÇARDAKLI TARİHİ ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Hambat bölgesi, bilindiği üzere
1077 yılında ilk defa Türklerin eline geçmiş, daha sonra birkaç defa
Bizanslılarla el değiştirdikten sonra kesin olarak 1207 yılında, Sultan
Alaaddin Keykubad zamanında zapt edilmiştir.
Hambat Bölgesi, Anadolu
Selçuklu devletinin dağılma sürecinde, merkezi Isparta’da bulunan Hamidoğlu
Beyliğince ele geçirilmiştir. Bu durum, II Sultan Murad zamanında Osmanlı
idaresine geçişine kadar devam etmiştir.
Hambat bölgesinde, ilk
defa 1478 yılında arazi sayımı yapılmıştır.
Hambat bölgesi bu tarihlerde, Hamid Sancağına bağlı Erle (bugün Burdur ilinin
Yeşilova İlçesi) Kazası’na tabi küçük bir yerleşim birimidir. XV. Yüzyılda
Çardak köyü, hem Erle kazasının ve hem de Hambat bölgesinin en küçük
köylerinden biridir. Çardak köyünün nüfusu, 38 olup ( o bölgede bulunan Çardak
ve konargöçer yaşamı sürdüren Çardak Yörüklerinin de ayrıca neferen100 nüfusu
vardır.)
bir muhassıl, bir imam ve beş
sipahi zade hanesinden ibaret gibi görünmektedir. (Bahsedilen tarihte Beylerli
köyünün nüfusu 238, Gemiç köyünün nüfusu da 206 hanedir.) Bu ifadeden
anlaşıldığına göre Çardak’ta devlet memuru ve asker ikamet etmektedir
. Hambat bölgesinde ikinci ve üçüncü arazi ve nüfus
sayımları 1522 ile 1568 yıllarında yapılmıştır. Bu tarihler arasında Çardak
nüfusunun tedrici olarak arttığı ve Hambat bölgesinin en büyük köyü haline
geldiği görülüyor. Bu nüfus artışının sebebi olarak da Çardak Yörüklerinin
Çardak köyünde yerleşik hayata geçmelerine bağlanmaktadır.
Çardak
Yörüklerinin 1522 yılından sonra Çardak köyünde yerleşik hayata geçtikleri
görülmektedir. Cevdet TÜRKAY’ın “Başbakanlık Arşivi Belgelerine göre Osmanlı
İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler”
isimli eserinde Çardak Yörüknının “Irla Kazası (Hamid Sancağı’na bağlı)”nda
iskân edildikleri kaydedilmiştir.
“Cemaat,
Sarıkavak Derbendi ağzında Çardak Kervansarayı dimekle meşhur Kervansarayı
beklerlermiş. Bu nedenle Avarız- ı Divaniyeden
muaf tutulmak istemişler. Daha sonra “avarız” teklif edilince perakende olup
göçmüşlerdir.”
Bunun
üzerine Çardak Yörüklerinin tekrar Sarıkavak Derbendine yerleştirilerek, Sultan Bayezit ve Sultan Selim Han’dan hükm-i hümayunları olduğundan avarız-
divaniyeden muaf tutulmuşlardır.
Çardak
Yörüklerinin 1530 lu yıllarda nüfuslarının 32 neferden ibaret olduğu, bunlardan
bir hanenin “nim çift”
statüsü ile çiftçilik yaparken yedi hanenin de “bennak”
olduğu kaydedilmiştir.
Çardak’ın bu dönemi ile ilgili etraflı bilgi
edinmek isteyenler 1 ve 2 numaralı dip notlarda belirtilen makalelere
bakabilirler.
Çardak Yörüklerinin ödedikleri vergilerden 2000
adet küçükbaş hayvanının olduğu anlaşılmaktadır.
Çardak Yörükleri hakkında bilim adamlarının
yaptıkları araştırmalara dayanan bilgilerimiz şimdilik bu kadar.
Avukat
Hayati KUZUCU’nun bir internet sitesinde yayınladığı makalede
verdiği bilgilerin Çardak ile ilgili bölümünün hatalı olduğunu düşünüyoruz.
Zira Karalı aşireti, 1692 - 1704 yılları arasında mecburi iskânda tabi
tutulmuş,“harap ve hali olan köylerin şenlendirilmesi” amacıyla da Çardak
köyüne iskân edilmiştir. Yeşilova (Erle) ilçesine tabi Çardak köyüne
yerleşenler, Karalı Aşireti değil, 17 nci yüzyılda bilinmeyen bir sebeple Hambat bölgesindeki Çardak köyünü terk
ederek, bahsedilen köye yerleşen Çardak Yörükleridir. Karalı Aşireti,
Danişmentli teşekkülü içerisindeki aşiretlerden biri olup 1692 ve 1704 arasında
cebri olarak Hambat bölgesindeki Çardak köyüne iskân edilmiştir.
Karalı
Aşiretinin Kökeni.
Karalı Aşireti esas itibariyle “Dulkadirli” teşekkülüne
mensup bir Türkmen aşiretidir. Yapılan araştırmalara göre, 1529 yılında Yozgat
ve Kayseri civarında, 1582 yılında da Danişmendli kazasını meydana getiren aşiretler arasında Kayseri-Niğde civarında yaşadıklarına dair kayıtlarına
rastlanmaktadır. Kısaca özetlemek gerekirse 1691 yılındaki mecburi iskâna kadar
da anılan bölgeler içerisinde konargöçer yaşamını sürdürmüştür.
16 ncı yüzyılın sonlarında Orta Anadolu’da
konargöçerlik eden ve aralarında Gündeşli, Herikli, Ceceli, Çöplü Avşarı,
Çomdan, Davut Hacılı, Kara Hacılı, Kızıl Kocalı, Kulfallı, Küşne, Sarsallı,
Selmanlı, Yeğen Alili gibi Türkmen aşiretlerinden “Danişmendli” adıyla yeni bir
kaza oluşturulmuş ve bu aşiretler bundan sonra “Danişmendli Türkmeni” olarak
adlandırılmışlardır.
Sonradan Alaeddinli, Âlemli, Beşirli, Boynu Yoğunlu, Deliler, Davut Hacılı, Gökkazlı, Karalı, Kaşıkçı, Maraşlı, Müminli,
Saraycıklı, Saysal, Tacirli, Tur Ali Hacılı aşiretleri de Dulkadirli’den
ayrılarak Danişmendli’ye katılmışlardır.
Danişmendli adının tarihteki “Danişmendli Beyliği
“ ile ilgisinin (bize göre), Danişmendli Türkmenlerinin yaşadığı bölge olan
Kayseri, Sivas ve Yozgat bölgelerinin adının Anadolu Selçukluları devrinde “Danişmendli Vilayeti” olarak adlandırılmasından dolayıdır.
Karalı aşiretin adının ise, Akkoyunlu Devletinin
gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde
aşireti ile birlikte Uzun Hasan Bey’in hizmetine giren “Kara Bey” den geldiğini
sanıyoruz. Zira Türkmen ve Yörük aşiretlerinin genel olarak başlarında yönetici
durumunda olan boy - beylerinin ismi ile anılmaları olağan bir durumdur.
Karalı aşiretinin ismine
ilk defa 1522 yılına ait tahrir defterlerinde rastlanmaktadır. Bu tarihlerde
nüfusları 40 nefer idi. Maraş, Bozok (Yozgat Bölgesi), Kars- ı Maraş (Adana-Kadirli Bölgesi) ve Adana havalisinde konargöçerlik eden Türkmenler arasında Karalı adına tesadüf edilmesi onların,
Dulkadir ilinden koparak Danişmendli Türkmenleri arasına karıştığı kanaatini
uyandırmaktadır”.
“Karalı” cemaati, Danişmendli aşiretlerinin
bölünmesinden sonra Aydınevi topluluğu içinde yer almıştı. Onların 1692 yılında
Hamid livasında Urla (Erle) nahiyesine bağlı Çardak, Yenice, Engerek köylerine
iskân olunmaları emr olundu. İskân mahallerini terk etmemek üzere ellerinden
hüccetler alındı. Fakat bazı aşiret mensupları iskâna razı olmayarak başka
mahallere gittiler. Köylerinin havadar olmaması, kışları hayvanlarının büyük
bölümünün kırılması, aşiret mensuplarının hastalıklardan kurtulamaması gibi
sebeplerle köylerinin yeri değiştirilerek iskân mahallerine döndürülmeleri için tembihler yapıldı.”
Aile büyüklerinden bize intikal eden rivayetlere
göre, Çardak halkı 1105 hicri, 1692 miladi yılında Çölovası’nda bugün adı
“Uluköy” olan o günkü adı ile “Beyköy” köyüne iskân edildi. Topaloğlu
sülalesinin atası olan Ali Mirza’nın da o tarihten sonra Çardak’a gelerek
yerleştiği veya yerleştirildiği anlatılmaktadır. Bu konuda aile içerisinden
başka herhangi bir rivayet bugüne gelmemiştir.
Ali Mirza’nın
Çardak’a geliş sebebini 1692 yılından sonraki olaylarla açıklamak mümkündür. Bu
olaylar, Türkmenlerin iskân edildikleri yeri beğenmemesi, hayvanları için
gerekli olan otlak kıtlığı ve bu nedenle çevrede bulunan ekili arazilere
hayvanları ile tahrip etme gibi birçok sebep ileri sürülebilir. İleri sürülen
bu sebeplerin hepsinde doğruluk payının olabileceği o yıllara ait arşiv
belgelerinden anlaşılmaktadır. Bize göre buradaki esas nedenin, Türkmenlerin
geleneksel yaşam biçimleri olan konargöçer hayatı bırakmak istemeyişleridir.
Ali Mirza’nın Çardak’a gelip yerleşme tarihini
kesin olarak belgelere dayandırmak mümkün olmamakla birlikte muhtemelen, 1692
ile 1704 yılları arasında Çardak’a yerleşmiş olmalıdır.
Osmanlı Devletinin nüfus itibariyle büyük
aşiretleri bölüp parçalayarak ve diğer aşiretler
İle karıştırarak beşer onar haneler halinde, harap
ve terk edilmiş (hali) köylere iskân ettiği bilinen bir siyasettir. Burada
amaç, nüfus olarak kalabalık olan aşiretlerin ayaklanarak, devletin başına
gaile açmasına karşı alınan haklı bir tedbirdir. Bu konularda etraflı bilgi,
Yusuf Halaçoğlu
ile Tufan Gündüz’ün
eserlerinde mevcuttur.
“Danişmendli kazasını meydana getiren aşiretlerin
biri de Selmanlı aşiretidir. Daha sonra büyük ve küçük Selmanlı olarak ikiye
ayrılmıştır. Tarih belirtilmemekle birlikte, Danişmendi Türkmenlerince Divan’a
sunulan bir arzıhalde, Kütahya sancağında bulunan boş arazilere yerleşmek
istediklerini bildirdiler. Bunun üzerine Selmanlı aşireti, Geyikler (Dinar)
kazasına tabi Pınarbaşı mevziinde bulunan Dinbay (Dombay ?), Buğralar, Akçaköy,
Yüregir (Yeregeçen) Alacaatlı, Gökçe köylerine yerleştirildi”
Bu konuyu
şunun için anma gereğini duyduk. Bahsedilen köylerden Yeregiren ve Dombay
(Beyköy veya bugünkü adıyla Uluköy) köylerine iskân edilen halkın şivesinin
birebir olacak kadar Çardak şivesine benzediği, ilk başta tespit edilebilen bir
özelliktir. Bu da bizde, Karalı aşireti ile Selmanlı aşiretlerinin aralarında
adeta akrabalığa dayanan bir bağ olduğuna dair kanaat uyandırıyor.
Bu kanaate varmamızın sebebi şudur; günümüz
itibariyle, Afyon, Burdur ve Denizli illerinde muhtelif ilçelere tabi “Karalı,
Karaköy” vb. yerleşim yerlerinin isimlerine tesadüf edilmektedir ki, arşiv
belgelerine göre bu yerleşim yerlerine Karalı aşiretine mensup cemaatler iskân
edilmiştir. Ancak bu köylerde iskân
edilen Karalı aşireti mensuplarının şiveleri, Çardak’ta konuşulan şive ile
uyuşmamaktadır. Biz burada herhangi bir belgeye dayanmasak da Çardak’ta
konuşulan şivenin Çölovası’ndaki Dombay (Uluköy), Yeregiren, Porsuma vb köyleri
halklarının konuştuğu şive ile aynı veya büyük benzerlikler taşımakta olduğunu
tespit ediyoruz.
Buradan şu sonuca varmak da mümkündür. Her ne
kadar Çardak’ta Karalı aşiretine mensup bazı aileler iskân edilmiş ise de,
bunlarla birlikte Sermayeli, Selmanlı gibi aşiretlerden de birkaç hanenin
karışık olarak Çardak’a iskân edilmiş olduklarını düşünüyoruz. Bu arada, Çardak
köyünün tarihi olarak üç mahalleden müteşekkil olduğu da unutulmaması gereken
bir husustur.
“Karalı aşiretinin bazı kolları da Engerek,
Çardak, Güllüce, Dutluca köylerine yerleştirildiler. Bunlara, iskân mahallerini
terk etmemeleri, oba evlerini kurmamaları, Sarıkavak, Gedikler ve Demir Sinan
gediklerini geçmemeleri tembih olunduğu gibi, eskiden yayladıkları Kumalar
yaylağına çıkmaları da yasaklandı.”
Bu hadiseler zaman olarak 18 nci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanmıştır.
Karalı aşiretinin Oğuz boylarından hangisine
mensup olduğunu belgeye dayalı olarak tespit etmek şimdilik mümkün değil. Ancak
bir internet sitesinde
yayınlanan oldukça kapsamlı bir makalede (ki bugün itibariyle bu site
kapanmıştır) Civanşir, Selmanlı, Gölegir, Köseli gibi Karalı aşireti de Avşar
boyuna mensup aşiretler arasında gösterilmektedir. Bu husus ne derece doğrudur
bilmiyoruz. Çardak halkının müşterek hafızasında da Avşar’a dair bir hatıra
bulamadık.
Sonuç olarak Çardak halkı, Karalı, Sermayeli ve
Selmanlı gibi muhtelif aşiretlerden ayrılan, sayısını bilemediğimiz birkaç
(belki on veya onbeş) hanenin Çardak’a yerleşmesi veya mecburi iskâna tabi
tutulması ile teşekkül etmiştir.
1247 – 1260 H (1832 / 1844 M)TARİHLERİ ARASINDA YAPILAN
NÜFUS SAYIMLARI VE NÜFUS KAYIT DEFTERLERİ HAKKINDA
Osmanlı devrinde halkın sosyal, ekonomik ve
kültürel yapısını analiz etmek üzere muhtelif zamanlarda arazi ve nüfus
sayımları yapılmıştır. Bu anlamda Çardak’ın ilk arazi tahriri ve nüfus sayımının
1472 yılında Fatih Sultan Mehmet devrinde yapıldığı araştırmalar neticesinde
ortaya çıkmıştır. Daha sonra 1522 ve 1572 yıllarında da nüfus ve arazi
sayımlarının yapıldığını araştırmalardan öğreniyoruz.
Modern anlamda ilk sayımın Sultan II nci Mahmut
devrinde yapıldığı görülüyor. Bu sayımların gayesi genel olarak vergi ve
askerlik durumunun tespitine yöneliktir. Vergi vermek ve askerlik yapmak erkek
nüfusa ait yükümlülüklerden olduğu için 1832 ve 1844 yılları aralığında yapılan
sayımlarda kadınlar ve kız çocuklarının yer almadığı görülüyor. Nüfus sayımları
yapıldıktan sonra elde edilen sonuçlar defterler halinde düzenlenerek “Ceride
Nezareti”ne (İstanbul’a) gönderilmekte
idi.
Sayım listelerinde her aile bir hane numarası
ile, aile fertleri ise hane numarasının yanında sıra numarası ile
kaydedilmiştir. Bu listelerde kişilerin adları yanında aile isimleri ( ….oğlu
şeklinde) veya iştihar ettikleri lakapları ve eşkal bilgileri ile
kaydedilmişlerdir.Açıklama kısmında ise şahsın sosyal statüsü (muhtar, imam, vb)
ile sayım dönemleri arasında veya sırasında doğan erkek çocukların doğum
tarihleri ile yetişkin erkek nüfusun vefat tarihleri de notlar şeklinde
kaydedilmiştir.
Sayım listelerini eleştirel açıdan yorumlamak
gerekirse tespit ettiğimiz hususları şöyle sıralayabiliriz;
1.
Bir sayım sırasında ….oğlu şeklinde kaydedilen
bir aile, bir veya birkaç yıl sonra düzenlenen sayım listelerinde kişiler aynı
olmasına rağmen farklı bir aile ismi ile karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma “Ali
Mirzaoğlu” ailesi örnek olarak gösterilebilir. Bu aile 1832 ve 1833 yıllarına
ait sayım listelerinde “Ali Mirzaoğlu” adıyla anılırken sonraki sayım
listelerinde “Ali Murtezaoğlu” adıyla kaydedilmiştir. Doğrusunun “Ali
Mirzaoğlu” olması gerektiğine inanıyoruz. “ Ali Murtezaoğlu” isminin ise sehven
yazıldığını değerlendiriyoruz. Bir diğer husus da 1832 yılı sayım listesinde
iki hane olarak yer olan “Kösdelioğlu” ailesinin bir hanesi sonraki sayım
listelerinde farklı aile adı ile yer almış olmasıdır. Bu durum, Kösdelioğlu
ailesinin bir kolunu temsil eden şahsın taşıdığı lakabın aile adına üstün
gelmesi ile izah edilebilir.
2.
Sayım listelerinde verilen eşkâl bilgileri de
listeden listeye farklılık arz etmektedir. Örnek vermek gerekirse bir listede
kısa boylu olarak kaydedilen şahsı bir başka listede aynı kimlik bilgileri ile
bu defa “orta boylu” olarak görmek yadırgatıcı bir durum değildir.
3.
Bir sayım listesinde 45 yaşında olarak gösterilen
bir şahsın müteakip sayımda 65 olarak gösterilmiş olması da sık rastlanan bir
durumdur. Bu nedenle listelerde yer alan şahısların gerçek yaşlarının tespit
edilmesi gayr –ı mümkün bir hal almaktadır.
4.
Doğum
tarihi kayıtları sayım sırasında veya iki sayım arasında doğan erkek çocukları
ile sınırlıdır. Erkek çocukların veya yetişkin erkek nüfusun vefat tarihleri
konusunda da aynı durum söz konusudur.
1832 ve 1844 yılları arasında yapılan sayımların
kaydedildiği defterlerde adları geçen ailelerin bugün yaşayan torunlarının
kimler olduğu veya olabileceği asıl ilgi alanımızdır. Bu çalışmayı
kolaylaştıracak birkaç çareye başvurduk ki onları da şöyle sıralayabiliriz.;
Bugün itibariyle vefat etmiş olan veya halen
yaşamakta olan aile büyüklerimizden dinlediğimiz söylentilerden yararlandık.
Onlar da büyüklerinden duydukları bu söylentileri bizlere intikal ettirmekde oldukça
isteklilerdi. Onların anlatımlarından hafızamızda kalanlardan yararlandık.
Bunları erişebildiğimiz tarihi vesikalar ve yayınlanmış olan eserler ile
yaşayan aile mensuplarına da teyit ettirmeye önem verdik. Yararlandığımız
eserleri dip notları halinde zikrettik.
Bugün Çardak’ta aile mülkleri hem-hudut olan ve
yaşama mekânları da adeta “küme” halinde bir avluya bakan veya bir arada olan
evlerin, bahçelerin sahipleri,- zaman içerisinde satış yolu ile el
değiştirmemişse- kesine yakın derecede akrabadırlar. Bu duruma örnek olarak
“Topaloğlu, Tığoğlu, Minnetoğlu ve Kösdelioğlu aileleri gösterilebilir.
Bazı aile isimlerinin bugün Çardak’ta yaşayan
torunlarının olmasına rağmen unutulmuş olduğu görülmektedir. Bu duruma da
“Tığoğlu” ailesini örnek gösterebiliriz. Bugün oldukça kalabalık bir nüfusa
sahip bu aile / sülalenin adının “Tığoğlu” olduğuna dair en azından bizim bir
bilgimiz yok idi.
Bazı ailelerin bugünkü torunlarının tespitinin de
bazı ahvalde mümkün görmediğimizi belirtelim. Sözünü ettiğimiz bu ailelerin
adlarını taşıyacak erkek evlatlarının olmaması veya zaman içerisinde
kendilerine yakıştırılan lakapların aile adının önüne geçmiş olması,
isimlerinin bugüne ulaşamamasında etkin rol oynamış olmalıdır.
Bizim 1832 ile 1844 yılları arası sayım listeleri
konusundaki yararlandığımız tek eser, Muzaffer Çetin ve İbrahim İmamoğlu
adlarında iki araştırmacının adı ile yayınlanan “Arşiv Belgeleri Işığında
Çardak Tarihi” adlı eseridir. Eksikliği şiddetle hissedilen böyle bir eseri
Osmanlı Arşiv belgelerini tarayarak yayınlamaları şayan- ı takdir bir
hadisedir. Bu eserin gerek arşiv belgelerini tarayarak yayına hazırlayan
Muzaffer Çetin – İbrahim İmamoğlu ikilisine ve gerekse bu çalışmalara maddi
destek sağlamış olan Erdoğan Cengizer’e minnet ve şükranlarımızı bi’lvesile
ifade ediyoruz.
1832 ve 1844 YILLARI ARASINDA YAPILAN NÜFUS
SAYIMLARINDA ADLARI GEÇEN AİLELERİN ANALİZİ;
1.
TOPALOĞLU SÜLALESİ
Osmanlı
Devletince konargöçer Türkmen ve Yörük aşiretlerinin boş ve terk edilmiş
köylere mecburi iskânını emreden ferman, hicri takvime göre 1105, miladi
takvime göre 1691 /1692 yılında çıkarılmıştır.
Anlatılanlara göre ilk iskân, Çölabad kazası (bugünkü Haydarlı kasabası)
dâhilinde ki boş veya harap köylere (o zamanki adıyla Çölabad kazasının Beyköy,
bugünkü adıyla Dinar İlçesinin Uluköy köyü) yapılmıştır. Mensubu olduğu Karalı
Aşireti, karıştığı bazı şekavet olayları nedeniyle dağıtılmış, içinde Ali
Mirza’nın da bulunduğu bir grup, tahminen 1704 yılından önce Çardak’a iskân
edilmiştir. (Bu yerleşmenin neden ve nasıl olduğu arşiv belgelerinden az çok
anlaşılabilmektedir.) Bu iskânın kaç aile ile yapıldığı, neden Çölovası’ndaki
köyün terk edildiği konularında aile içerisinden bugüne intikal eden bir
rivayet de yoktur. Ancak, Ali Mirza Çardak’a gelmeden 16 nci yüzyıldan beri
beri burada yaşayan “Çardaklı
Yörükleri”nin Çardak’ı terk ederek Burdur’un Yeşilova ilçesindeki Çardak köyünü
kurduklarına dair bir rivayet var. Yine rivayetlerle Çardak’a gelenlerin ilk
olarak, bugün halk arasında “Çırçırlı Kuyu” olarak adlandırılan yere
yerleştirildiklerini, sivrisinek ve sıtmadan rahatsız olarak bulundukları yeri
terk edip Maymun Dağı eteğinde bulunan ve Çardak kervansarayına yakın
“Koltukçulu” mahallesine yerleştikleri anlatılıyor. Buna kanıt olarak da, sözü
edilen kuyu civarında yerleşime delil teşkil edecek, toprak altından çıkan
yanık odun parçaları, kiremit parçaları ile bu bölgeye yakın Bağ Yeri isimli
mevkideki bakımsız bağ (bugün yok) vb. kalıntılarını tanık olarak
gösterilmektedir. Bu konuyu bugün itibariyle vefat etmiş olan sülale
büyüklerinden de dinlemiştik.
Aile
büyüklerinden dinlediğimiz bu mecburi iskân hadisesi ile Çardak’a Karalı,
Sermayeli ve Selmanlı aşiretlerine mensup tahminen 5 veya 10 civarında kök
ailenin iskân edildiğini öğreniyoruz.
Topaloğlu
sülalesinin adı rivayetlerle bugüne gelen ilk atası olan Ali Mirza ile ilgili
elimizde hiçbir resmi bilgi yoktur. Dolayısıyla yaşadığı çağdaki olayların
değerlendirilmesi ile doğum ve ölüm tarihleri tahminen söylenebilir. Buna göre
Ali Mirza’nın muhtemel doğum tarihinin 1670 yılından sonraki bir tarih olduğunu
düşünüyoruz. Zira mecburi iskâna
(1691/1692) yıllarında başlandığına göre Ali Mirza’nın bu tarihlerde yetişkin,
hane sahibi (evli çocuklu) bir şahıs olduğu söylenebilir.
17 ve 18 nci yüzyıllarda ortalama insan ömrünün 55 / 65 yıl olduğu göz
önünde bulundurulduğunda da 1720 yılı civarında vefat ettiği söyleyebiliriz
Yine
rivayetlere göre, Ali Mirza’nın Mehmet adındaki bir oğlu vardır. Başka
çocuklarının olup olmadığını bilmiyoruz.
Ali Mirzaoğlu Topal Mehmet;
Sülale
içerisinde anlatılan rivayetlere göre Topal Mehmet, Ali Mirza’nın oğludur.
Hakkında resmi bir bilgi bulunmamaktadır. 1723 / 1744 yılları arasında cereyan
eden Osmanlı – İran savaşları sırasında askere alındığını tahmin ediyoruz.
Mehmet, Kafkasya’dan Basra Körfezine kadar uzanan Osmanlı- İran sınırı boyunca
muhtelif cephelerden birinde savaş sırasında yaralanmış ve “Topal “ lakabıyla
iştihar etmiştir. Topal Mehmet bu savaşa katıldığına göre, en geç 1700 lü
yılların başında doğmuş olmalıdır.
Topal
Mehmet, bahsedilen savaşta yaralanarak veya savaşın 1744 yılında sona ermesi
nedeniyle terhis edilip memleketine dönerken, bazı rivayetlere göre bir “Acem
kızı”, bazı rivayetlere göre ise bir “Arap kızı”nı kaçırmış ve bu hanım ile
evlenmiştir ki, Topaloğlu sülalesinin adı bilinmeyen büyük annesi bu hanımdır.
Arap veya Acem kızı söylemine bakarak şöyle bir değerlendirmede de
bulunabiliriz. Büyük annemiz olan bu hanım “Acem kızı” ise muhtemelen
Azerbaycan Türklerinden, “Arap kızı” ise
muhtemelen Kerkük Türkmenlerindendir. Elimizde bir delilimiz olmasa da biz
büyük annemizin kesinlikle Türkmen kökenli olduğunu ve Türkçe konuştuğunu
düşünüyoruz.
Bu rivayetin
devamı şöyledir;
Topal
Mehmet, hanımı ile Çardak’a döndükten bir müddet sonra, kaçırdığı kızın kardeşleri
/akrabaları, kardeşlerinin durumunu sorup soruşturmak, görüşüp konuşmak ve
cehizini teslim etmek maksadıyla uzun bir yolculuktan sonra Çardak köyüne yakın
olan ve halk arasında “Köy Göründü Burnu “ (bugün Sodaş fabrikası ile maymun
dağı arasında kalan bölge) denilen yere kadar gelirler ve o mıntıkada hayvan
sürülerini otlatmakta olan çobanlarla karşılaşıp durumu anlatırlar. Çobanlar
da, “onlar makbul adamlar değillerdir. Sizin geldiğinizi ve hele kardeşinizi
soruşturduğunuzu öğrenirlerse size kötülük yapabilirler” diyerek yüreklerine
korku verirler. Bunun üzerine Büyük annemizin
akrabaları, gelişlerini hissettirmeden
geriye dönüp giderler. Böylece bu akrabalarımız ile olan bağımız da ebediyen
kopar.
“Kethüda”
tayinlerinde gözetilen hususlara nazaran Topal Mehmet’in de oğlu Ahmet Ağa gibi
“Kethüda” unvanını taşıyıp taşımadığını bilmiyoruz. Ancak oğlu ve ondan sonra
gelen torunlarının “Kethüda” ve “Ağa” unvanlarıyla anılmaları, Topal Mehmet’in
de böyle bir unvana sahip olabileceği ihtimal dâhilindedir.
1247 H / 1832 M ve 1260 H / 1844 M yılları
arasında aralıklarla düzenlenen / güncellenen Nüfus Sayım Defterlerinden
anlayabildiğimiz kadarıyla Topal Mehmet’in Ahmet adında tek oğlu vardır.
Ahmet’in varlığını Nüfus Sayım Defterlerinde, Topaloğlu Kethüda Ali Ağa’nın
babası olarak geçmesinden anlıyoruz.
Topaloğlu
Kethüda Ahmet Ağa.
Sülale
içerisindeki rivayetlerde, atalarımız olan gerek Kethüda Ahmet Ağa’nın ve
gerekse oğlu “Yek çeşm” Kethüda Ali Ağa’nın isimleri hiç geçmemekte idi. Yani
torunları olarak bu atalarımızın varlığından haberdar değildik. Arşiv
kayıtlarından elde edilen nüfus bilgileri karşısında oldukça şaşırdığımızı
itiraf etmeliyiz.
Bize gelen
rivayetlere göre, Hacı İsmail Ağa, Topal Mehmet’in oğlu olarak anlatılmakta
idi. Buna göre yaptığımız değerlendirmede; 1670’lerde doğduğunu tahmin
ettiğimiz Ali Mirza’nın oğlunun doğum tarihinin, tahminen de olsa, en erken
1690 ‘lı yıllar olduğunu sanıyoruz. O halde Kethüda Ahmet Ağa’nın varlığına
dair sülale içerisinde neden bugüne kadar bir rivayet intikal etmemiştir?
Sebebini bilmiyoruz.
Topaloğlu
Ahmet Ağa’nın adı, 1832 yılından itibaren muhtelif aralıklarla yapılan nüfus
sayımlarında “Yek çeşm Kethüda Ali Ağa”nın babası olarak geçmekte ve
dolayısıyla, Ahmet Ağa’nın varlığı da bu anlamda bir resmiyet kazanmış
olmaktadır. Ayrıca, “Arşiv Kayıtları Işığında Çardak Tarihi”
isimli eserin 79/80 inci sayfasında “Muhtemelen
Karalı – Sermayelü aşiretlerinin beylerinden olan Ahmet Ağa, Çardak köyünde bir
cami yaptırmıştır. 1700’lü yıllarda yapıldığını tahmin ettiğimiz bu caminin….” şeklindeki bu ifadede adı geçen
“Ahmed Ağa”nın, Nüfus Sayım Defterlerinde Yek-çeşm Ali Ağa’nın babası olarak adı
geçen Kethüda Ahmet Ağa olduğuna şüphe bizce yoktur.
Topaloğlu
Ahmet Ağa’nın adı, 1247 H. / 1832 M yılında yapılan ilk ve müteakip nüfus
sayımlarında
“Topaloğlu Ali Kethüda bin Ahmet” şeklinde geçmektedir. Aynı kaynağın 98 nci
sayfasında; “Köyün muhtarı 45 yaşındaki Topaloğlu
Ali’dir. Kendisi Kethüda Ahmed’in oğludur.” şeklinde bir ifade vardır. Bu arada
“Kethüda” terimi ile ilgili olarak birkaç söz etmek gerekirse şunları
söyleyebiliriz.
Mehmet Zeki
PAKALIN’ın “Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü” (Milli Eğitim Bakanlığı
yayını) isimli eserin 2. Cilt, 251 nci sayfadaki tanımına göre Kethüda; “Büyük
Devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören kimse, Kahya” olarak
tanımlanmaktadır. Burada görülen iş, özel iş değil resmi devlet işidir.
İlber
Ortaylının aşağıdaki anlatımı kethüda tanımına örnek gösterilebilir;
“Vezir
hassı; yıllık geliri 100.000 akçanın üzerindeki topraklardır. Bunlar merkezi hükumette görevli vezir rütbesindeki görevlilerle eyaletlerin Beylerbeyilerine
verilir. … Genellikle bir vezirin toprakları bir yerde olmayıp çeşitli
bölgelere dağıtılmıştır. Vezir haslarını onun adına Voyvoda veya Kethüda dediğimiz
görevliler yönetir.”
Tufan
Gündüz ise “Kethüda”lık görevini
“Aşiretlerin yönetimi” açısından değerlendirmiştir;
“Konar-göçer aşiretlerin başında bulunan idareciye “Kethüda” denilmekte
idi. Kethüdalar aşiret ihtiyarlarının arzusu, Boy Beyi ve voyvodanın hükümete
arz etmesi ve hükümetin de onaylaması ve berat göndermesi ile tayin
olunmaktaydı. Kethüdalık babadan oğla ve kardeşe geçebiliyordu. Ancak bu
hallerde kişinin güvenilir, vazifeye layık ve vergi toplamaya muktedir olması
gerekiyordu. Kethüdaların temel vazifesi, vergi toplamak, uhdelerinde bulunan
aşiretlerin nizamını sağlamak, tahririn yapılacağı zaman eminlere
yardımcı olmaktı. Bazı hallerde sipahi kayd olarak savaşa da gidiyorlardı. Bu
takdirde, özellikle vergilerin toplanmasında müşkilat çıktığından kethüdalık
görevi başkasına veriliyordu.”
Bu açıdan
bakıldığında, Kethüda Ahmet Ağa’nın da kethüdalık görevini bu elde şekilde
ettiği, oğlu Ali Ağa’nın da “layık ve müstehak” olması sebebiyle bu görevin
kendisine tevcih edildiğini görmekteyiz.
Kethüdalık,
Padişah 2. Mahmut’un yaptığı mali ve idari reformlar sırasında kaldırılmış
olmalıdır. Zira Kethüda Ali Ağa’nın 1833 yılından sonraki yıllarda yapılan
Nüfus sayımlarında “Muhtarlık” görevinden alındığı veya ayrıldığı görülmüş olsa
da Hacı İsmail Ağa baskın ve otoriter kimliği ile veya devletin kendisine
tevcih ettiği vazife dolayısıyla kethüda unvanını kullanmasa da kethüdalık
görevinin yetki ve sorumlulukları ile hareket etmiştir. Netice olarak Topaloğlu
ailesi, Ahmet Ağa’dan itibaren Kethüda Ali Ağa, oğlu Hacı İsmail Ağa ve onun
torunları Hüseyin Ağa ve oğlu Rıza Bey, otoriter karakterleri ve yönetim
becerileri ile içinde yaşadıkları toplumu Cumhuriyetin ilanına kadar yönetmiş
ve yönlendirmişlerdir.
Topal
Mehmet’e Kethüdalık unvanı tevcih edilmiş midir bilinmiyor. Ancak Topal Mehmet
ile ilgili bölümde verdiğimiz anekdota göre baskın ve otoriter kişiliği ile
“Kethüda”lık görevinin onunla başlamış olması ihtimal dâhilindedir. Rivayetlere
göre savaşa da katılmıştır. Ve dolayısıyla Topaloğlu ailesinin uhdesinde
(münhasıran Ali Ağa Kolu’nda) bulunan bu görev irsen Cumhuriyete kadar
sürmüştür.
Topaloğlu
“Kethüda Ahmet Ağa’nın” doğum ve ölüm tarihleri konusunda resmi veya nakli bir
bilgi yok. Ancak babası Topal Mehmet’in katıldığı Osmanlı İran savaşlarının
1746 yılında anlaşma ile sonuçlandığını da dikkate alınırsa, en erken 1745 / 46
yılları aralığında bir tarihte doğmuş olması gerekir. Yaşadığı yıllarda bir
insan ömrünün genellikle 55 – 65 yıl olduğu göz önünde bulundurulduğunda da en
geç 1800 veya 1810 lu yıllarda vefat ettiğini söyleyebiliriz.
Hakkında hiçbir
rivayet bulunmasa dahi bıraktığı hayrat eser ile “Kethüda” kimliğine bakarak
kişiliği hakkında bir değerlendirme yapmak lazım gelirse, kendisinin içinde
bulunduğu toplumda baskın ve otoriter, yönetici vasıfları taşıyan, hayırsever bir kişiliği olduğu görülmektedir
ki, delili (tahminen) 1780’li yıllarda yaptırmış olduğu bildirilen camidir.
Bu kişilik özellikleri onu “Kethüdalık” mevkii için “layık ve müstehak”
kılmaktadır diye düşünüyoruz.
Kethüda
Ahmet Ağa hakkında edinebildiğimiz, tahmin ettiğimiz bilgiler bunlarla
sınırlıdır. Nüfus sayım listelerine göre Kethüda Ali Ağa”dan başka Mahmut
adında bir çocuğunun daha olduğunu -rivayetlere dayanarak- söylüyoruz.
Kethüda
Ali Ağa
(Yahut
Topaloğlu Hacı İsmail Ağa Kolu)
Nüfus
Sayım Defterlerinde Topaloğlu Kethüda Ali Ağa ve Ailesi
Resmi
kayıtlarda geçen ismi ve eşkali ile “Orta boylu - kır sakallı - yek çeşm,
Topaloğlu Ali Kethüda Bin Ahmed”Ağa”nın, 1845 yılında yapılan sayıma
göre düzenlenen ve (BOA-NFS.d.1574-11) numaralı Nüfus Sayım Defterinde verilen
65 yaşını esas aldığımızda 1780 yılında doğduğunu varsayabiliriz.
1844
yılında yapılan nüfus sayımlarında vefatına dair bir kayıt görülmediğine göre
de 1844 yılında sonraki bir tarihte vefat etmiş olmalıdır.
1832
yılında yapılan ilk nüfus sayımına göre düzenlenen Nüfus Sayım Defterinin
“Açıklama” kısmına “Muhtar” olduğu kaydedilmiştir. Bu görevi ne kadar
sürdürdüğünü bilemesek de tahminen 1835 veya 1836 yılına kadar muhtarlık
görevine devam etmiş olmalıdır diye düşünüyoruz.
Nüfus Sayım
Defterlerine göre Ali Ağa’nın İsmail ve Hüseyin adında iki oğlunun olduğu
görülmektedir. “BOA-NFS.d.1572-73-74-75) numaralı defterde adı geçen “Hasan”ın
deftere sehven kaydedilmiş olduğunu sanıyoruz. Aileden bize aktarılan
rivayetlerde “Hasan” adında bir şahsın adı geçmemektedir. Ayrıca müteakip
yıllarda düzenlenen Nüfus Sayım Defterlerinde de“Hasan” adına
rastlanmamaktadır.
1247 / 1832 Yılında
Düzenlenen Nüfus Kayıt Defteri
“1832
yılında yapılan Danışmendlü Kazasına bağlı Çardak
Köyü’nün nüfusu şu şekildedir;
((BOA-NFS.d.1572-73-74-75)
DANİŞMENDLÜ-Yİ KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ MÜSLÜMANLARININ NÜFUS
DEFTERİDİR. [H. 1247 / M.1832]
2
|
4
|
Orta boylu-kır sakallı-yek-çeşm, Topaloğlu Ali
Kethüda bin Ahmed
|
45
|
Muhtar
|
|
5
|
Oğlu, uzunca boylu-kumral bıyıklı, İsmail bin Ali
Kethüda
|
28
|
|
|
6
|
Diğer oğlu, orta boylu, Hasan bin Ali Kethüda
|
15
|
|
Belgede
görüldüğü gibi, Köyün Muhtarı 45 yaşındaki Topaloğlu Ali’dir. Kendisi Kethüda
Ahmed’in oğludur”.
1833 Yılından Sonra
Düzenlenen Nüfus Sayım Defteri
“Çardak Köyü’nün bir diğer nüfus kaydında (BOA-NFS.d.1573-36)
ise 82 hane vardır. Ve bu sayım
sırasında doğanların ve vefat edenlere tarih olarak 1250 ile 1255 tarihi
düşüldüğüne göre; 1833 yılını takip eden yıllardaki nüfus sayımı olmalıdır.
DANİŞMENDLÜ-Yİ KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR. [H. 1247 / M.1832]”
3
|
6
|
Orta boylu-kır sakallı, Topaloğlu Ali bin Ahmed
|
65
|
|
|
7
|
Oğlu, şab-ter bıyık, İsmail
|
30
|
|
|
8
|
Diğer oğlu, orta boylu-ter bıyıklı, Hüseyin bin
Ali
|
35
|
Ölüm: 11 R 1252
|
|
9
|
Torunu, sabi, Ali bin İsmail
|
3
|
|
|
-
|
Oğlu, Ahmed
|
-
|
Doğum: 7 M 1254
|
|
-
|
Oğlu, Veli
|
-
|
Doğum: 15 S 1254
|
1833-1838 Nüfus sayımı olarak kabul ettiğimiz bu
sayım göre, 1831 sayımında Köyün Muhtarı olan 45 yaşındaki Kethüda Ahmet oğlu
Topaloğlu Ali kayıtlarda gözükmemektedir. Muhtemelen köyden ayrılmış olabilir.”
1833 Yılından Sonra
Düzenlenen Nüfus Sayım Defteri
“Çardak Köyü’nün yine mahalle ismi
zikredilmeden muhtemelen 1833 yılında yapıldığını tahmin ettiğimiz bir nüfus
sayımı daha vardır. Osmanlı, bazen nüfus kayıtlarını MAD (Maliyeden Devreden
Defterler) içerisine kaydırmıştır. Muhtemelen bu nüfus kayıtları vergi
gelirlerinin durumunu öğrenmek maksadıyla yapılmıştır Bu sayımda hane sayısı ve
sayımı yapılan erkeklerin yaş ortalaması yükselmiştir. Ancak neden mahalle ismi
yazılamadığını bilemiyoruz. Muhtemelen yazım memurlarının hatası da olabilir.
Bu kayda göre; (BOA-MAD. d.
21460-7) ; “
DANIŞMENDLÜ KAZASI ÇARDAK KÖYÜ
AHALİSİNİN NÜFUS DEFTERİ
Hane:
3 Numara: 5 Uzun boylu-kır sakallı, Topaloğlu Ali bin Ahmed, Yaşı: 60
Numara:
6 Oğlu, orta boylu-kara sakallı,
İsmail bin Ali, Yaşı: 35
Numara:
7 Oğlu, Musa bin İsmail, Yaşı: 1
Numara:
8 Diğer oğlu, Ali bin İsmail, Yaşı: 10
Numara:
9 Diğer oğlu, İbrahim bin İsmail, Yaşı: 1
Numara:
10 Diğer oğlu, Veli bin İsmail, Yaşı: 2
Numara:
11 Diğer oğlu, Mehmed bin İsmail, Yaşı: 3
1844 ve 1845 Yıllarında
Düzenlenen Nüfus Sayım Defteri (Birinci Defter)
“Danışmendlü Kazası bünyesinde 1844-1845
yıllarında yapılan iki ayrı nüfus sayım kaydı vardır. Muhtemelen daha önceki
sayımlarda olduğu gibi, (kaçan, ortadan gözükmeyen insanların olması gibi) bu
kayıtlarda da 6 ay gibi bir aralıkla iki sayım yapılmış olmalıdır.
İlk
kayıtlara (BOA-NFS.d.1575-67) göre;
DANİŞMENDLÜ-Yİ
KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ
MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR. [H. 1260 / M.1844]
3
|
5
|
Uzun
boylu-kır sakallı, Topaloğlu Ali bin Ahmed
|
60
|
|
|
6
|
Oğlu,
uzun boylu-kara sakallı, İsmail bin Ali
|
35
|
|
|
7
|
Oğlu,
Musa bin İsmail
|
1
|
|
|
8
|
Diğer
oğlu, Ali bin İsmail
|
10
|
|
|
9
|
Diğer
oğlu, İbrahim bin İsmail
|
1
|
|
|
10
|
Diğer
oğlu, Veli bin İsmail
|
2
|
|
|
11
|
Diğer
oğlu, Mehmed bin İsmail
|
3
|
|
1844 ve 1845 Yıllarında
Düzenlenen Nüfus Sayım Defteri (İkinci Defter)
“Diğer bir kayıtta (BOA-NFS.d.1574-11) ise;
DANİŞMENDLÜ-Yİ
KEBİR KAZASI’NA BAĞLI ÇARDAK KÖYÜ
MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR.
3
|
4
|
Orta
boylu-aksakallı, Topaloğlu Ali bin Ahmed
|
65
|
|
|
5
|
Oğlu,
orta boylu-kara sakallı, İsmail
|
30
|
|
|
6
|
Torunu,
emred, Musa
|
10
|
|
|
7
|
Emred,
Ali
|
12
|
|
|
8
|
Sabi,
İbrahim
|
1
|
|
|
9
|
Sabi,
Veli
|
2
|
|
|
10
|
Sabi,
Mehmed veledi İsmail
|
3
|
|
Topaloğlu Kethüda Ali
Ağa oğlu Hüseyin Pehlivan.
1247 / 1832
yılından sonra düzenlenen Nüfus Sayım defterinde
3 hane, 8 numarada kayıtlıdır. Bu kayıtta, “Orta boylu, ter bıyıklı”
olarak eşkâli verilmiştir. Açıklama kısmında, 11 R 1252 / 26 Temmuz 1836
tarihinde ve 35 yaşında iken vefat ettiği kaydı düşülmüştür. Bu kayıtlardan
Hüseyin Pehlivan’ın 1798 den sonraki bir tarihte doğduğunu tahmin ediyoruz.
(Nüfus Sayım Defterlerindeki yaşı hanesinde verilen değerlere ihtiyatla
yaklaşmak gerektiğini ifade etmiştik.)
Hüseyin,
Topaloğlu ailesi içerisindeki rivayetlerde
“Pehlivan” lakabıyla anılmıştır. Bundan anlaşılan, iri yapılı güçlü
kuvvetli bir kişi olduğudur.
Hüseyin
Pehlivan ile ilgili bir anekdot anlatılır ki, şöyledir;
Hüseyin
Pehlivan, Musalı Mahallesi sakinlerinden (bugün Fıçılar sülalesi olarak anılan
“Tığoğlu” sülalesine mensup) Mehmet isminde bir şahsın kızı olan Meryem Hanımı
kaçırarak evlenir. Bu olay, Koltukçulu ve Musalı Mahalleleri arasında şiddetli
bir kavgaya sebep olur. Koltukçulu, biraz sayı üstünlüğü ve biraz da
kavgacılığından dolayı Musalıya galip gelir, eskilerin tabiriyle Çaydere’den
öteye “kov aşır” edilirler. Kavga bu şekilde yatışsa da gerginlik ve husumet
devam eder. Bu olaydan ne kadar sonra olduğu bilinmiyor ama bir müddet sonra
Hüseyin Pehlivan aniden vefat eder. Bu olay, husumetten dolayı, Musalı
Mahallesinde büyük bir sürur ve sevince sebep olur. Abartılı bir şekilde
sevinçlerini belli ederler. Hüseyin Pehlivan’ın vefatını müteakip dul hanımını
geriye almak üzere tekrar topluca Koltukçulu Mahallesine baskın atarlar.
Koltukçulu da yine mahalle ve akraba dayanışması ile karşı koyar ve Musalı’yı
tekrar “Çaydere’den öteye” kovalarlar. Bu arada Hüseyin Pehlivan’ın kardeşi
İsmail Ağa, ağabeyinin dul hanımı ile evlenir.
Bilinenlere göre Meryem Hanım, İsmail Ağa’nın ikinci hanımıdır. ( İlk hanımının
adını ve hangi sülaleye mensup olduğunu şimdilik bilmiyoruz.)
Hüseyin
Pehlivan ile ilgili bugüne intikal eden bilgiler bunlar.
Kethüda Ali Ağa Oğlu Hacı İsmail Ağa.
1247 /1832
yılında yapılan ilk nüfus sayımında
İsmail Ağa, “uzunca boylu-kumral bıyıklı, İsmail bin Ali Kethüda, 28 yaşında ”
şeklinde 2 hane, 5 sıra numarasında kayıtlıdır. Bu sayıma dayanılarak
düzenlenen Nüfus Sayım Defterinde İsmail Ağanın Çocukları kayıtlı değildir. İlk
nüfus sayımının yapıldığı 1247 H / 1832 M yılında, büyük oğlu Ali için
görevlilere bildirimde bulunulmadığı anlaşılıyor.
Yine 1250
ile 1255 / 1835-1840 yılları arasında
veya sonrasında düzenlenen Nüfus Sayım Defterinde, 3 Hane, 7 sıra numarası ile
kayıtlı olan İsmail, “şab-ter
bıyık, İsmail” adıyla ve 30 yaşında olarak kaydedilmiştir.
Burada,
İsmail Ağa’nın 30 yaşında olduğu kaydını doğru olarak kabul edersek 1800 -1805
yılları arasında doğmuş olduğunu da kabul etmek gerekir.
Bu sayımda,
İsmail Ağa’nın çocuklarından Ali’nin –doğum tarihi belirtilmemiş olmakla
birlikte- 3 yaşında olduğu, Ahmed’in (Doğum: 7 M 1254 / 2 Nisan 1838) ve
Veli’nin (15 S 1254 / 10 Mayıs 1838) yıllarında doğmuş olduklarına dair kayıt
görülmektedir.
Bu sayımdan
sonra, muhtemelen 1838 ile 1840 yılları arasında yapıldığını düşündüğümüz bir
başka nüfus sayımına dayanılarak düzenlenen Nüfus Sayım Defterindeki kayda göre
ise, 3 Hane, 6 numarada “orta boylu-kara sakallı, İsmail bin Ali yaşı: 35”
olarak kaydedilmiştir.
Bu Nüfus
Sayım Defterine göre, İsmail Ağa’nın oğlu Ali bu tarihte 10, Musa ve İbrahim 1,
Veli 2 ve ikinci hanımı Meryem hanımdan olduğunu bildiğimiz oğlu Mehmet 3
yaşındadır. Verilen bu bilgilere ihtiyatla yaklaşılması gerektiği
kanaatindeyiz. Zira nüfus sayımının yapıldığı tarihte oğulları Musa ve İbrahim
birer yaşında görülmektedir. Şayet İsmail Ağa’nın bu iki oğlundan birinin
Meryem hanımdan olduğu kabul edilirse –ki bu yönde bir söylenti yoktur- Musa ve
İbrahim’in yaşlarına itibar edilebilir. Ayrıca, yararlandığımız aynı kaynakta
verilen bilgilere göre 3 yaşında olan Ali, yaklaşık iki sene sonraki kayıtta 10
yaşında olarak kayıtlara geçmiştir. Bir diğer husus, İsmail Ağa’nın oğlu
Ahmet’in bu ve sonraki sayımlarda adı geçmemektedir. Buradan anladığımız,
Ahmet’in bebeklik çağında vefat etmiş olduğudur.
Ahmet ve
Veli’nin doğum tarihlerinin birbirine çok yakın olması, -eğer kayıtlar sağlıklı
ise- İsmail Ağanın o tarihte en az iki hanım ile evli olduğu şeklindeki
kanaatimizi pekiştirmektedir. Buradan da şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz;
Musa ile Veli bir anneden, Ahmet ile İbrahim de bir diğer anneden doğmuşlardır.
Sonuç olarak
İsmail Ağa’nın 1800 ile 1805 yılları arasında bir tarihte doğmuş olduğu
kanaatindeyiz. Bugün Çardak Asri
Mezarlığında “Arısoy Aile Mezarlığında” bulunan mezar
taşında da 1872 yılında vefat ettiğine dair kayıt vardır.
İsmail Ağa
da dede ve babasından intikal eden “Kethüda”lık unvanını taşımasa da, Ağalık
otoritesini sürdürmüştür. Bize intikal eden bilgilere göre, varlıklı, otoriter bir kişiliğe sahip, yönetici
vasıfları taşıyan, medeni cesareti yüksek, zeki ve akıllı bir kimse idi.
Hayırseverliğini muhtelif vesileler ile göstermiştir. Günümüze intikal eden
hayrat eseri, göz mevkiinden Çardak’a su getirtmesi ve bugün Dolmuş durağı olan
mevkide bulunan İsmail Ağa çeşmesidir. Güzel bir görünümü olan bu çeşme, bulunduğu
meydanın düzenlemeleri sırasında yıktırılmıştır. Çeşmenin kitabesi bugün Ali
Kaya’nın elinde bulunmaktadır. Koltukçulu Mahallesindeki “Koltukçulu çeşmesi”
de suyunu İsmail Ağanın yaptırdığı suyolundan almakta idi.
İsmail Ağa
ile ilgili olarak aile büyüklerinden bizlere aktarılan ve onun kurnazlığını
ifade eden bir anekdot vardır.
İsmail Ağa,
Karalı Aşireti boybeyi
olan Kitişoğlu ile bir konuda anlaşmazlığa düşer ve iş mahkemeye intikal eder.
Mahkeme Bursa’da görülecektir. Mahkeme gününden önce davalı ve davacı Bursa’ya
gelirler ve mahkeme gününü bir handa beklerler. Hikâyenin gelişinden İsmail
Ağanın davalı olduğu şeklinde bir anlam çıkıyor. Bu mahkeme sonunda İsmail Ağa
muhtemelen mahkûm olacaktır. Düşüne düşüne bir çare aklına gelir ve hemen tatbik
eder. Han görevlilerinden birine münasip bir miktar “bahşiş” vererek,
söyleyeceklerini han içinde herkesin duyabileceği şekilde ilan etmesini ister.
Mahkeme gününden bir gün önce, içlerinde Kitişoğlu’nun da bulunduğu kalabalık
bir ortamda han görevlisi han içinde yüksek sesle “Çardaklı İsmail ağa,
Çardaklı İsmail Ağa” diye bağırarak onu aradığını belli eder. İsmail Ağa da,
“Çardaklı İsmail Ağa benim, buyurun” diyerek cevap verir. Güya İsmail Ağa’nın
bir şeyden haberi yoktur. Han görevlisi herkesin duyabileceği bir ses tonuyla;
“İsmail Ağa, Vali paşa hazretleri size selam gönderdi, yarın akşam çorbasını
konakta beraber içelim buyursun gelsin dedi” diyerek İsmail Ağa’nın talimatını
yerine getirir. O kalabalık içinde bulunan Kitişoğlu ve adamları, “bunlar işi
bugünden bağlamışlar, yarın bizi haps ettirecekler” hissine kapılarak sessizce
handan ayrılıp Köylerine dönerler. Ertesi günkü mahkemeye davacı taraf
katılmadığı için de dava düşmüş olur.
Bu hadiseyi
teyit edecek resmi bir belge yoksa da bu anekdottan anladığımız şudur. Mahkeme
Bursa’da görüldüğüne göre, olay –her ne ise- 1840 yılından sonra meydana
gelmiştir. Zira Tanzimat Fermanının ilanından sonra yapılan idari
düzenlemelerde, Anadolu eyaletinin Paşa sancağı olan Kütahya kenti, bu unvanını
Bursa (Hüdavendigar) vilayetine devretmiştir. Mahkemeye konu olan olayın ne
olduğu konusunda bu güne intikal eden bir rivayet yoktur.
Kitişoğlu’na gelince,
Karalı Aşireti boybeyi olan Kitişoğulları, aslen Dombay ovasında bulunan
Beyköy’de ikamet etseler de, tüm Karalı ve Selmanlı aşiretleri üzerinde
hüküm-ferma (buyurgan) olduklarından, Hambat ovasındaki köyler üzerinde de
hüküm yürütmekte idiler. Bu aileden Çakır Bey, kardeşi Kazak Ağa ile birlikte,
Dazkırı’lı Tatzade Halil Bey tarafından işletilmekte olan Beylerli değirmenlerini
1795 yılında cebren zapt ederek adı geçen şahsın mağduriyetine sebep olmuşlar
ve bu olay mahkemeye taşınmıştır.
Hacı İsmail
Ağa’nın vefatından önce oğlu İbrahim ile hac vazifesini ifa ettiği söyleniyor.
Hacı İsmail
Ağa’nın üçüncü hanımı, Alikurt köyünden Kezban Hanımdır. Kezban hanım, bu
köyden Çomakoğlu adında bir sülaleye mensuptur. Doğum ve ölüm tarihlerini
bilmiyoruz. Kezban hanım’ın ilk eşi Çal Denizler kasabasından olup Kaklık’ta
ikamet eden, adını şimdilik bilmediğimiz bir şahıstır. Bu şahıstan “Veli”
adında bir oğlu olmuştur. Keziban Hanım’ın eşi vefat edince geç yaşta dul
kalmış ve her nasılsa, Hacı İsmail Ağa ile evlendirilmiştir. Bu evlilik
sırasında Hacı İsmail Ağa’nın önceki hanımının sağ olup olmadığını bilmiyoruz.
Hacı İsmail
Ağa’nın Keziban Hanım ile evliliğinden Mehmet
adında bir oğlu olmuştur ki, en küçük oğludur.
Hacı İsmail
Ağa mezar taşındaki kayda göre, 1872 yılında vefat etmiş ve Çardak’ta
defnedilmiştir.
Topaloğlu
sülalesi Hacı İsmail Ağa’dan sonra onun oğullarından gelen torunları ile
kollara ayrılmıştır.
Biz
anlatımımıza Kollara göre devam edeceğiz.
TOPALOĞLU ALİ AĞA KOLU
Topaloğlu Hacı İsmail Ağa oğlu Ali
Ağa.
Hacı İsmail
Ağa’nın en büyük oğlu olan Ali Ağa, 1247 / 1832 yılında yapılan ilk nüfus
sayımında görülmezken, bir sonraki (tahminen 1833 veya 36 yılı) nüfus sayım
defterinde 3 hane,
9 sıra numarasında 3 yaşında olarak kayıt edilmiştir. Yaşı ile ilgili bilgi
doğru ise, 1829 veya 1830 tarihinde doğmuş olduğunu kabul etmek gerekir. Biz
yaşı ile ilgili bu bilginin gerçeği yansıtmadığı kanaatindeyiz.
Bununla
ilgili gerekçemiz şudur. Yukarıdaki verilere göre 3 yaşında olan Ali Ağa, bu
sayımdan tahminen bir veya iki sene sonra yapılan nüfus sayımında 10 yaşında
olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci gerekçemiz ise, “e devlet”te yayınlanan
soyağacı bilgilerine göre eşi Eşe Hanımın 1819 tarihinde doğmuş olduğuna dair
kayıttır. Türkmen örfünde, bir erkeğin kendisinden büyük bir hanımla evlenmesi
sık görülen bir olay değildir. Ekseriyetle evliliklerde erkek daima eşi ile aynı
yaşta veya eşinden birkaç yaş büyüktür. Kaldı ki Ali Ağa’nın, İsmail Ağa gibi
bir şahsın oğlu olması bu ihtimali tümden devre dışı bırakmaktadır. O halde, ya
Eşe hanımın resmi kayıtlardaki doğum tarihi hatalıdır (her zaman yapılan hata)
veya Eşe Hanım en erken 1825 tarihinde doğmuş olmalıdır. Buna bakarak Ali
Ağa’nın da 1833 yılında 10 yaşında olduğunu var sayarsak, onun da aynı
tarihlerde doğmuş olduğuna hükmedebiliriz.
Ali Ağa
hakkında bugüne intikal eden bilgiler oldukça sınırlıdır. En bilineni vefatıyla
ilgili olanıdır. Onun, bir rivayete göre cirit oynarken attan düşerek, bir
başka rivayete göre ise kalp krizi neticesinde öldüğüdür. Mezar taşındaki kayda
göre 1869 yılında vefat etmiştir.
Ali Ağa’nın
en geç 1825 tarihinde doğmuş olduğunu kabul edersek 45 yaş gibi nispeten kısa
bir ömür sürdüğünü söyleyebiliriz. Nitekim babası Hacı İsmail Ağa da
kendisinden 3 yıl sonra vefat etmiştir.
Ali Ağa’nın
hanımının adının Eşe Hanım olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu hanımın Musalı
mahallesinde Toy oğulları adıyla bilinen bir sülaleye mensup olduğu yolunda
rivayetler var.
Ali Ağa’nın
Hüseyin Ağa ve Asiye isimlerinde iki çocuğu olmuştur. Bilindiği kadarıyla Ali
Ağa’nın Eşe Hanımdan başka eşi yoktur.
Topaloğlu Ali Ağa oğlu Hüseyin Ağa
Ali Ağa’nın
tek oğlu olan Hüseyin Ağa, resmi nüfus kayıtlarına göre 1265 / 1849 yılında
doğmuştur. Bu tarih kronolojik olarak gerçeğe yakın duruyor. Hüseyin Ağa ilk
evliliğini Fatma Hanım ile yapmıştır. Hangi sülaleye mensup olduğunu
bilmiyoruz. Bu evlilikten, Rıza Bey, Ali Efendi, Şefika Hanım ve Eşe Hanım
adlarında dört çocuğu olmuştur.
Hüseyin Ağa,
büyük dedesi Kethüda
Ahmet Ağadan beri devam eden ağalık otoritesini sürdürmüştür. Sülale içinde ve
Hambat bölgesinde sözü geçen ve otoriter bir kişiliğe sahip
olduğu rivayet ediliyor. Anlatılan bir olay onun bu kişiliğini doğrular
niteliktedir. Tarihimizde 93 harbi olarak anılan ve devletimiz açısından bir
felaketle sonuçlanan bu savaşta, Rumeli’den gelen muhacirlerin
yerleştirilecekleri yerler arasında Hambat bölgesinin de bulunduğunu bir
şekilde haber almış olan Hüseyin Ağa, Tutluca köylülerine haber gönderip, bir
an önce bugün Bozkurt ilçesinin bulunduğu yere birkaç hane ev yaparak
yerleşmelerini, zira hükümetin oraya muhacirleri yerleştirmeyi planladığını
bildirmiş. Tutluca köylüleri de, “Hüseyin Ağa köyümüzün yerini zapt etmek
istiyor” diyerek bu öneriyi reddetmişler. Nitekim kısa bir süre sonra da anılan
yere muhacirler yerleştirilmiştir. Bugünkü Bozkurt ilçesinin bulunduğu yerin
önemi, halkın esas geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık için mera olarak
kullanılması idi. Bu şekilde Tutluca ve kısmen de Çardak köylüleri için bu
imkân ortadan kalkmıştır.
Hüseyin
Ağanın ikinci hanımının adını bilmiyoruz. Aslen Çardaklı olmayan ancak
Çardak’ta ikamet eden Derviş Efendi isminde birinin kızı olduğu şeklindeki bir
rivayeti, anne tarafından torunu olan Fehmi Kocatürkmen’den dinlemiştik. Ne
derece doğrudur bilemiyoruz. Muhtelif kaynaklarda
adı bir asayiş olayında geçen Derviş Efendinin, Rıza Bey’in kayını olduğu
şeklinde bir kayda rastlıyoruz. İşte bu
hanımdan Hüseyin Ağa’nın Halil İbrahim adında bir oğlu daha vardır.
Hüseyin
Ağa’nın üçüncü hanımı Dazkırılı olup adı Zahide Hanımdır. Bu hanım ile 1880 li
yılların başında evlenmiş olduğu anlaşılıyor. Torunlarından aldığımız bilgiye
göre, Hüseyin Ağa, Rumi takvime göre 1304 miladi takvime göre de 1888 yılında
eşinin memleketi olan Dazkırı’ya yerleşmiştir. Tabi, Çardak’daki mevkiini oğlu
Rıza Bey’e devretmiştir.
Hüseyin
Ağa’nın Zahide hanımdan iki oğlu dünyaya gelmiştir. İlki dedesi Hacı İsmail
Ağanın adını taşıyan İsmail Arısoy (1306 / 1890), ikincisi de Hilmi Arısoy
(1310 / 1894)dur. Topaloğlu sülalesinin Dazkırı kolu Hüseyin Ağa’nın Fatma
Hanımdan olan ikinci oğlu Ali (Ünen) Efendi ile Zahide hanımdan olan bu iki
evladından yürümüştür. Hüseyin Ağa, 1916 yılında vefat etmiş ve Dazkırı
mezarlığına defnedilmiştir.
Topaloğlu Hüseyin
Ağa’nın Çocukları;
Hüseyin Ağa Oğlu Rıza Bey;
Rıza Bey
resmi Kayıtlara göre 1869 yılında doğmuştur. Çardak’ta ağalık otoritesini sürdüren son
kişidir. Sahip olduğu arazi ve küçük / büyükbaş hayvan sayısı itibariyle
oldukça varlıklı bir kimsedir. Yaşadığı süre içerisinde dağda gezen eşkıyayı
bir anlamda besleyerek silahlı gücü olarak kullandığı gibi, Çardak halkına
zarar vermelerinin de önüne geçmiştir. 1911 yılında kendi konağının basılması
olayı sayılmazsa bu tutumunda başarılı olduğu söylenebilir.
Rıza bey’in
çocuklarına koyduğu isimlere bakılırsa Osmanlı politik şahsiyetlerini ismen
tanıdığı söylenebilir. Büyük oğlu Hüsnü Bey’in (Orulkaya) adının 1890 /1900’lü
yılların başındaki Hüseyin Hüsnü Paşanın, ikinci oğlu Sait Bey’in (Özkök)
adının sadrazam Küçük Sait Paşa’nın, Niyazi Özkök’ün adının, Resneli Niyazi
Bey’in, en küçük oğlu Enver Özkök’ün adının ise Enver paşanın isimlerinden
mülhem olduğu anlaşılıyor. Zira o güne kadar Çardak halkından hiç kimsenin bu
isimleri taşımadığını görüyoruz.
Rıza Bey’in
eşi Rukiye Hanım aslen Kaklık’lıdır. O da resmi kayıtlara göre 1929 yılında
vefat etmiştir.
Rıza Bey’in
otoriter kişiliğinden bahsetmiştik. Kurtuluş savaşı yıllarında Hambat
bölgesinde Hey’et- i Milliye Reisi olarak görev aldığı, milli mücadeleye maddi
ve manevi yardımlarıyla katkıda bulunduğu muhtelif kaynaklarda kayıtlıdır.
Bu kaynaklarda kayıtlı olmayan husus, Rıza Bey’in asker kaçaklarını takip
ettirdiği, yakaladıklarını derhal Denizli Hey’et- i Milliyesine teslim ettiği,
ayrıca askerlik çağı gelenleri takip ederek iaşelerini teminen cepheye
gönderdiğidir. Bir diğer husus ise (ne derece doğrudur bilinmez ve ayrıca bu
hususun tahkiki imkânı da kalmamıştır) Denizli Hey’et- i Milliyesi tarafından
kendisine Denizli’yi Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil etmek üzere
meb’usluk teklif edildiği, kabul etmemesi üzerine de yerine Belevli Yusuf
Bey’in Denizli meb’usu olarak Ankara’ya gönderildiği şeklindeki söylentileri de
aile büyüklerinden dinlemiştik.
Rıza Bey’in
oğlu Sait Bey (Özkök) ile damadı Veli Topa milli mücadeleye katılmışlardır.
Yunanlıların İzmir’de denize dökülmelerinden sonra İzmir Kordonda, kendisi, oğlu ve damadının askeri
kıyafetleriyle çektirdikleri fotoğraf torunları tarafından muhafaza
edilmektedir.
Rıza Bey,
1929 yılında vefat etmiş ve bugün artık olmayan Çardak eski mezarlığına
defnedilmiştir. Cenazesi yeni mezarlığa nakledilmediğinden mezar yeri de
kaybolmuştur.
Rıza Bey’in
eşi Rukiye Hanım’dan, Hüsnü Orulkaya, Sait Özkök, Remzi Uçar, Niyazi Özkök ve
Enver Özkök isimleri ile 5 erkek, Fatma Hanım, Saadet Hanım, Zekiye Özkan Hanım
ve Atiye Topa isimli 4 kız evladı vardır.
Soyadı
kanunu çıktığında, Rıza Bey’in oğulları Hüsnü Bey; “Orulkaya”, Remzi Bey;
“Uçar”, Sait, Niyazi ve Enver Beyler ise “Özkök” soyadlarını almışlardır.
Hüsnü
Orulkaya ilk evliliğini Halası Şefika Hanım ile Topaloğlu Hacı Ahmet Ağa’nın
kızı Nuriye Hanım ile yapmış ise de evlilikleri kısa süre sonra boşanma ile
sonuçlanmıştır. Bu evliliğin tek meyvesi Bahriye Akyol Hanımdır.
Hüsnü Bey
ikinci evliliğini Kaklıklı …. Hanım (dayısının kızı olduğunu sanıyoruz) ile
yapmış ve bu evlilikten Rıza Orulkaya dünyaya gelmiştir.
Hüsnü Beyin
üçüncü evliliği ise Topaloğlu “Küçük” Hacı Mehmet’in kızı Keziban Hanım iledir.
Bu evlilikten de Rukiye (nüfus kayıtlarında “Huriye”) hanım dünyaya gelmiştir.
Sait
Özkök’ün 1898 doğumlu olduğunu sanıyoruz. Kendisi Kurtuluş savaşına katılmış
olup İstiklal Madalyası sahibidir. Hanımı, Dazkırı’lı “Kadılar” sülalesinden
Adile Hanım’dır. Tek
çocukları Osman Özkök’tür.
Rıza bey’in
diğer oğlu Remzi Uçar kesin bilgimiz olmasa da 1902 yılında doğduğunu tahmin
ediyoruz. Eşi, amcası Ali (Ünen) Efendi’nin kızı Fatma Hanımdır. Remzi Uçar’ın
bu evlilikten Yaşar, Hamide ve Ercan adlarında üç evladı dünyaya gelmiştir.
Remzi Uçar,
Devlet Demiryollarında uzun yıllar memur olarak vazife yaptıktan sonra 1969
yılında emekli olarak Çardak’a dönmüştür. Eşi Fatma Hanım, 1970’li yılların sonunda, Remzi
Uçar ise 1982 yılında vefat etmiştir.
Rıza bey’in
diğer oğlu Niyazi Özkök’ün 1910 yılında doğduğunu sanıyoruz.
Eşi yine amcası Ali Efendi’nin kızı Ayşe Hanımdır. Niyazi Özkök 1966 yılında,
eşi Ayşe Hanım da 1980’li yıllarda vefat etmişlerdir.
Niyazi
Özkök’ün Ayşe Hanım’dan Rıza, Necla ve Muhammed olmak üzere üç evladı dünyaya
gelmiştir.
Rıza Bey’in
bir diğer oğlu Enver Özkök de tahminen 1914 veya 1916 yıllarında doğmuş
olmalıdır. Eşi, Musalı Mahallesinde “Hüsam Ağa” olarak bilinen bir şahsın kızı
olan Eşe Hanım’dır. Enver Özkök’ün bu
evlilikten Fikriye, Rukiye ve adını hatırlayamadığımız bir diğer kızı da olmak
üzere toplam üç kızı ile Atilla ve Atal olmak üzere iki oğlu bulunmaktadır.
Resmi
kayıtlarda var mıdır bilinmez ancak rivayet olarak bize intikal eden bir asayiş
olayını da burada zikretmeliyiz.
Hadise
şudur. Musalı Mahallesinden – hangi sülaleye mensup olduğunu bilmiyoruz, ancak
Çardak’ın köklü ailelerinden olan- Hüsam Ağa’nın eşi Emine Hanım’ın Tekeli
Yörüklerinden olduğu söyleniyor. Bu Emine Hanım’ın iki erkek kardeşi bir gün
Rıza Bey’in konağını basarak
kızı Fatma Hanımı kaçırmaya teşebbüs ederler. Ancak başarısız olurlar ve olayın
akabinde firar ederler. Olayın 1911 yılında meydana geldiği, Jandarmaya intikal ettiğini o tarihe ait bir asayiş bülteninden anlıyoruz.
Olay gerçekleştiği sırada Rıza Bey bir iş için Afyon’a gitmiştir.
Haber telgraf ile kendisine ulaştırıldığında trenle hemen geri döner. Dağda
ilişkili olduğu eşkıyalara haber gönderir ve bu iki şahsın kellelerini ister.
Sonuçta, bu iki şahıs Gemiç köyü civarında eşkıya tarafından kıstırılarak
öldürülür ve kelleleri Rıza Bey’e getirilir.
Bu hadiseyi, annesi Rukiye Topa’dan dinlemiştik. Rıza Bey ile Hüsam Ağa aileleri arasında bu olay yüzünden husumet olmamış, ileri tarihlerde Rıza Bey’in oğlu Enver Özkök, Hüsam Ağa’nın kızı
ile evlenmiştir.
Rıza Bey’in
kızlarının en büyüğü olduğunu tahmin ettiğimiz Fatma Hanım (doğum tarihi
muhtemelen 1895 veya biraz sonrası olmalıdır) halası Şefika Hanım’ın oğlu İzzet
Oral ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten tek çocuğu Galip Oral olmuştur.
Bilahare İzzet Oral’dan boşanarak baba evine dönmüştür.
Yazımızın
Rıza Bey konusunu sonlandırırken bir konunun dikkatimizi çektiğini
belirtmeliyiz. Rıza Bey’in erkek çocuklarından Hüsnü, Remzi ve Sait (Niyazi ve
Enver ile birlikte) ana baba bir kardeş olmalarına rağmen farklı soyadlarını
tercih etmişlerdir. Sebebini bilmediğimiz bu durumu, Veli Ağa’nın çocuklarından
İsa ile oğlu Şükrü’nün de farklı soyadlarının tercih etmelerinde de görüyoruz.
Rıza Bey
1929 yılında, soyadı kanunu çıkmadan önce vefat etmiştir.
Hüseyin ağa Oğlu Ali Efendi;
Ali
Efendi’nin doğum tarihi konusunda bir bilgimiz yok. Anacak 1870’li yıllarda
doğduğunu söyleyebiliriz. Vefat tarihi ise mezar taşındaki kayda göre 1933
yılıdır.
Eşi,
Dazkırı’lı Kadılar sülalesine mensup Hafsa Hanımdır ki, Ağabeyi Rıza Bey’in
oğlu Sait Özkök’ün eşi Adile Hanım’ın kardeşidir. Dolayısıyla, Amca yeğen
bacanak olmuşlardır.
Ali Efendi
bu evlilikten sonra Dazkırı’ya yerleşmiştir.
Ali
Efendinin Hafsa Hanım ile evliliğinden olan çocukları; Hasan, Hüseyin ve Cemil
ile Fatma (Remzi Uçar’ın eşi), Naciye ( Topaloğlu Veli Ağa’nın torunu Şükrü
Kaya’nın eşi), Ayşe (Niyazi Özkök’ün eşi), Vesile (Topaloğlu Büyük Hacı Mehmet’in torunu
Hüsamettin Selçuk’un ilk eşi) ve Dazkırı’ya bağlı köylerden Kızılörenli
Abdullah Şükrü Efendinin eşi Şadiye Durmuş Hanım’dır.
Hüseyin Ağa oğlu Halil İbrahim;
Halil
İbrahim, Hüseyin Ağa’nın adını bilmediğimiz ikinci eşinden dünyaya gelmiştir.
Hüseyin Ağa’nın bu eşi bir rivayete göre, Çardak tren istasyonunu
görevlilerinden, bir diğer rivayete göre de Hüseyin Ağa’nın adamlarından Derviş
Bey isminde birinin kızı ile olan evliliğinden dünyaya gelmiştir. Bu Derviş Bey
Bir kaynağa göre de Rıza Bey’in kayınıdır ki, bu bilginin yanlış olduğunu
düşünüyoruz. Halil İbrahim’in ilk eşi, Topaloğlu Büyük Hacı Mehmet’in kızı Dudu
Hanım’dır. Genç yaşta vefat ettiği söyleniyor.
Bu evlilikten Rukiye Karaçam adında bir kız evladı dünyaya gelmiştir.
Halil
İbrahim’in ikinci eşinin Kaklıklı olduğu söyleniyor. Bu hanımından da Hacer
Kocatürkmen ve Müyesser (Miyase) adında iki kızı dünyaya gelmiştir.
Halil
İbrahim’in doğum tarihini bilmiyoruz. Ancak Çanakkale savaşında şehit düştüğüne
göre 1890 ile 1895 yılları arasında doğmuş olmalıdır. Şehadet tarihi ise 1916
olarak gösteriliyor.
Hüseyin Ağa oğlu İsmail Arısoy;
Sülalede
İsmail Ağa olarak bilinir. Hüseyin Ağa’nın Dazkırı’lı eşi Zahide Hanım’dan 1890
yılında doğmuştur.
İsmail
Arısoy’un ilk eşi Dazkırı’lı Esma Hanım’dır. Bu evliliğinden Ali, Saniye, Refik
ve Nezide Hanım’lar dünyaya gelmiştir. Ali Arısoy, Dazkırı’nın Yüreğir Köyünden
olan Gülperi Hanım (1912 – 2018) ile evlenmiş, bu evlilikten tek çocuğu Mehmet
Yaşar dünyaya gelmiştir.
Refik Hanım, Topaloğlu İzzet Oral’ın oğlu
Galip Oral ile evlenmiştir. Saniye Hanım, amcası Topaloğlu Ali Efendi'nin oğlu
Hasan Ünen ile evlenmiştir. Nezide hanım, Dazkırılı Hüseyin Narin ile
evlenmişlerdir.
İsmail
Arısoy’un ikinci eşi Safiye Hanım, Çardak Gemiç köyündendir. Bu evlilikten de
Rıza Arısoy ile Zahide ve Lütfiye Hanım’lar dünyaya gelmiştir. Zahide Hanım’ın
Orhan Toprak ile olan evliliğinden tek çocukları Safiye Hanım dünyaya
gelmiştir.
Üçüncü
evliliği ise Cemile Hanım iledir. Bu evlilikten de Gülizar Hanım dünyaya
gelmiştir.
İsmail
Arısoy’un dördüncü evliliği ise aslen Başmakçı kasabasından olan Habibe
Hanım’dır. Bu evlilikten de Cengiz, İsmail ve Hüsnü Arısoy dünyaya gelmiştir.
İsmail
Arısoy, 1955 yılında vefat etmiştir.
Hüseyin Ağa oğlu Hilmi Arısoy;
Hilmi
Arısoy, Hüseyin Ağa’nın Dazkırılı hanımı Zahide Hanımdan olan ikinci oğludur.
1894 yılında doğmuştur.
Hilmi
Arısoy, ilk evliliğini Fatma Hanım ile yapmıştır. Bu evlilikten; Feride,
Zahide, Emine, Döndü ve Ziynet Hanımlar ile Mehmet Arısoy dünyaya gelmiştir.
Feride Hanım, Çardaklı Halil Dorak ile, Emine Hanım, Dazkırılı Mehmet Şentürk
ile, Ziynet Hanım, amcası Ali Efendi’nin oğlu Hüseyin Ünen ile evlenmişlerdir.
Döndü Hanım Dazkırılı ….. Yardımoğlu ile evlenmiştir. Zahide Hanım ile ilgili
şimdilik verebileceğimiz başka bir biyografik bilgi yok.
Hilmi
Arısoy’un ikinci eşi Dazkırı Sarıkavak köyünden ,,,, Hanım’dır. Bu evliliğinden
de Hüseyin, Musa ve Aydeniz Arısoy dünyaya gelmişlerdir.
Hilmi
Arısoy’un 1950 yılında Dazkırı’da vefat ettiği ve orada defnedildiği
söyleniyor.
Hüseyin Ağa kızı Şefika Hanım;
Şefika
hanım, Hüseyin Ağa’nın ilk eşi Fatma hanımdan …. Tarihinde dünyaya gelmiştir. Topaloğlu Veli
Ağa’nın oğlu Hacı Ahmet Ağa ile evlenmiştir. Bu evlilikten İzzet, Akif, Ethem ve Âdem Vehbi Oral olmak üzere dört oğlu ile Nuriye Akyol, Vesile Şen, ve Nezide
Ural olmak üzere üç kızı dünyaya gelmiştir.
Hüseyin ağa kızı Eşe Hanım;
Eşe hanım da
Hüseyin Ağa’nın ilk eşi Fatma hanımdan dünyaya gelmiştir. Cemallı mahallesinde
Hacı Mustafa efendi’nin oğlu Ali Efendi (Kocatürkmen) ile evlenmiştir. Bu
evlilikten, Halit ve Kemal Kocatürkmen ile Ziynet, Habibe ve Naciye hanımlar
dünyaya gelmiştir.
Halit
Kocatürkmen, dayısı Topaloğlu Halil İbrahim’in kızı Hacer Hanım ile, Kemal
Kocatürkmen, Topaloğlu Hacı Ömer Ağa’nın oğlu Fahrettin Ural’ın kızı Lütfiye
Hanım ile evlenmiş olup bu evlilikten çocukları olmamıştır.
Ali
Kocatürkmen’nin kızlarından Habibe Hanım, Cemallı Mahallesinde mukim Kömürcüoğlu
sülalesinden Durmuş Ali Karakaya ile, Ziynet Hanım, Keskinoğlu Hacı İbrahim’in
oğlu Ahmet Keskin ile evlenmişlerdir. Habibe ve Ziynet hanımların bu
evliliklerinden çocukları olmamıştır. Naciye Hanım ise Sait Özkök’ün oğlu Osman
Özkök ile evlenmiş olup bu evlilikten Hüsamettin (1952 – 1992) ve Rıza Özkök
dünyaya gelmiştir.
Topaloğlu Ali Ağa
Kızı Asiye Hanım;
Asiye
Hanım’ın 1850’lerde doğmuş olduğunu tahmin ediyoruz.
Musalı
Mahallesinden Keskinoğlu Süleyman isimli bir şahıs ile evlendirilmiştir. Bu
evlilikten, Ramazan, Hacı İbrahim ve Adile Hanım olmak üzere üç evladı dünyaya
gelmiştir.
Asiye
Hanımın oğlu Hacı İbrahim’in ilk eşi Cemallı Mahallesinden Hacı Mustafa
Efendinin kızı Fadime Hanım’dır(yani, Topaloğlu Veli Ağa’nın kızı Ayşe Hanımdan
olan torunu). Fadime Hanım, Ali (efendi) Kocatürkmen’in kardeşidir. Hacı
İbrahim’in Fadime Hanımdan Ahmet ve Ayşe Hanım isimlerinde iki evladı dünyaya
gelmiştir. Hacı İbrahim’in (anlatılanlara göre) kaçırarak evlendiği ikinci eşi
Delaloğlu lakabıyla anılan Buhurcuoğlu sülalesinden Osman Efendinin kızı Emine
Hanımdır. Hacı İbrahim’in Emine hanımdan Saniye adında bir kız evladı dünyaya
gelmiştir.
Hacı
İbrahim’in ikinci eşi Emine hanım’ın ilk evliliği, dayısı, Tığoğlu sülalesinden
Hacı Hilal Lakabıyla anılan Hacı Recep (eşi, Topaloğlu Veli Ağa’dan kızı Kara
Eşe’dir) isminde bir şahsın oğlu olan Mehmet iledir. Mehmet “Torba “ lakabıyla
anılan bir şahıstır.
Burada, bu
aile ile ilgili olarak Delal kızı Emine hanıma atfen, Ulviye Okumuş’tan
dinlediğimiz rivayeti dile getirmek isteriz. Bu anlatıma göre olaylar şöyle
cereyan etmiştir;
Hacı Hilal
lakabıyla anılan Hacı Recep, “Tığoğlu” sülalesine mensuptur. Hacı Recep’in eşi,
Topaloğlu Veli Ağa’nın kızı olan ve sülale içerisinde “Kara” lakabıyla bilinen
Eşe Hanımdır. Bu aile ile ilgili olarak “Veli Ağa” bahsi geldiğinde bilgi
verilecektir.
Hacı
Recep’in bu Eşe Hanımdan “Torba” lakabıyla bilinen Mehmet adında bir oğlu ile,
“Kara Rukiye” ve “Kara Emine” adları ile
bilinen iki kızı olmak üzere toplam üç evladı vardır. Bahsi geçen bu “Torba
Mehmet” Buhurcuoğlu sülalesinden Delaloğlu Osman Efendi’nim kızı Emine Hanım
ile evlendirilmiştir. (Bu arada, Emine Hanım’ın ablası Hatice Hanımın da Hacı
İsmail Ağa’nın en küçük oğlu Küçük Hacı Mehmet’in eşi olduğunu ve ayrıca, yine
Torba Mehmet ile eşi Delalkızı Emine Hanım’ın da dayı – hala çocukları
olduklarını belirtmeliyiz.) Torba Mehmet ile Emine Hanım’ın evlenmesinden sonra
aralarında çok şiddetli geçimsizlik baş gösteriyor. Bu geçimsizlik ile Torba
Mehmet ve Emine Hanım’ın evliliği boşanma ile sonuçlanıyor. Geçimsizliğin
sebebi de aile üzerindeki “Kaynana” baskısı olarak naklediliyor.
Emine
Hanım’ın Torba Mehmet’ten boşanarak baba evine dönmesinden bir müddet sonra,
Keskinoğlu Hacı İbrahim tarafından ikinci eş olarak kaçırılıyor ve onunla evlenmek
zorunda kalıyor. Emine Hanım ile Hacı İbrahim’in bu evliliğinden Saniye Hanım
dünyaya geliyor.
Bu olayın
üzerinden ne kadar zaman geçtiğini pek bilemiyoruz. Bu defa Asiye Hanım’ın
diğer oğlu Ramazan da ağabeyi Hacı İbrahim’in (anlatılanlara göre tahrik,
teşvik ve) yardımıyla Hacı Recep’in kızı kara Rukiye’yi ilk eşi Meryem Hanım’ın
üzerine kuma olarak kaçırıyor. Bu olay üzerine Hacı Recep öfke ile
Keskinoğlu’nun evine kızını kurtarmak amacıyla adeta baskın atıyor. Bu sırada
Asiye Hanım ile oğlu Hacı İbrahim, Hacı Receb’i teskin amacıyla araya
giriyorlar, niyetlerinin kötü olmadığını, Ramazan’ın Kara Rukiye’yi evlenmek
amacıyla alıkoyduğunu falan söyleseler de sonuç değişmiyor. Hacı Recep,
Hanay’ın merdivenlerinden yukarıya çıkma teşebbüsünde bulunduğu sırada açılan
bir mavzer ateşi ile vurularak öldürülüyor. (Bu arada, Hacı Recep’in eşi Kara
Eşe ile Keskinoğlu Hacı İbrahim’in annesi Asiye Hanım’ın kardeş çocukları
olduklarını unutmamak gerekir.)
Keskinoğlu
Hacı İbrahim ve Ramazan, Hacı Recep cinayetinden sonra yakalanıyor ve
yargılandıktan sonra cezaevine kapatılıyorlar. Aradan ne kadar zaman geçtiğini
bilmiyoruz, iki kardeş cezaevinden firar ederek Çardak’a dönüyorlar.
İşledikleri cinayet nedeniyle halk üzerinde korku yarattıkları anlaşılıyor.
Hatta biraz da tehdit kokan “bela bize arabasıyla gelsin” gibi söylemlerle
halka huzursuzluk veriyorlar. Etrafa ve özellikle Veli Ağa (Hacı Yahya, Hacı
Ömer ve Hacı Ahmet Ağa) tarafına tehditler savuruyorlar. Bunun üzerine Veli
Ağa’nın oğulları el altından Jandarmaya haber uçurarak yakalanmalarını
sağlıyorlar. Daha sonra iki kardeş Konya Aksaray Cezaevinde hapsediliyor ve
bilahare bu ceza evinde iken cezaevi koşullarından mıdır, yolsa salgın
hastalıktan mı bilinmez ardı ardına vefat ediyorlar. Ve o bölgede bir yere
cenazeleri de defnediliyor.
Hacı
İbrahim’in, ilk eşi Fadime Hanım’dan Ahmet ve Ayşe Hanım adlarında iki evladı
olduğunu, Delal kızı Emine Hanım’dan da Saniye adında bir kız evladı olmak
üzere üç çocuk sahibi olduğunu belirtmiştik.
Saniye
Hanım, babası öldükten sonra annesi Delalkızı Emine Hanım tarafından
büyütülmüş, evlenme çağı geldiğinde de Topaloğlu Küçük Hacı Mehmet’in oğlu
Celal Sayın ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten Ulviye Sayın (Okumuş) dünyaya
gelmiştir. Celal Sayın ve Saniye Hanım’ın evliliği de uzun sürmemiş, kızları
Ulviye’nin doğumundan kısa bir süre sonra boşanmışlardır.
Hacı
İbrahim’in ilk eşi Fadime Hanımdan olan oğlu Ahmet, Dayısı Ali (Kocatürkmen)
Efendi’nin kızı Ziynet Hanım ile evlenmiştir.
Adile Hanım
ise, Tuyuroğlu / Hacı İbiş oğlu Yusuf ile evlendirilmiştir. Adile Hanım’ın bu
evlilikten, Hatice Hanım (Minnetoğlu), Rukiye Hanım (Sarıhan), Fatma Hanım
(Tagay) ve Döndü Hanım (Esenkut) adlarında dört kız evladı dünyaya gelmiştir.
Adile
Hanım’ın 1920’li yıllarda bir salgın hastalıktan dolayı kırk yaşlarında vefat
ettiği söyleniyor.
Asiye
Hanım’ın diğer oğlu Ramazan da Tığoğlu / İmamlar sülalesinden Molla Abdullah kızı Meryem
Hanım ile evlenmiş, bu evlilikten tek evladı Muharrem dünyaya gelmiştir.
Ramazan’ın evlenmek amacıyla kaçırdığı Kara Rukiye ise, yukarıda anlatılan
olaylar sonucu baba evine dönmüş ve aslen Denizli köylerinden olduğu söylenen
Salih isimli bir şahıs ile evlendirilmiştir.
Hacı İsmail
Ağa’nın büyük oğlu Ali Ağa kolunun serencamı budur.
TOPALOĞLU VELİ AĞA KOLU
Veli Ağa
1254 Hicri / 1838 - 1839 Miladi yılda
doğduğuna dair nüfus sayım cetvellerinde kayıt vardır. Hacı İsmail Ağa’nın
ikinci oğludur.
Veli Ağa’nın
eşi Koltukçulu mahallesinden adını şimdilik bilmediğimiz bir şahsın kızı olan
Koca Meryem’dir. Bu koca Meryem’in “Taşkıran” lakaplı bir kardeşinin olduğu, bu
zatın tek kızının da Veli Ağa’nın oğlu Hacı Yahya Ağa ile evlendirildiğini, tüm
mal varlığının (Veli Topa’nın ve Şeref Şen’in ev ve bahçelerinin bulunduğu
yerler) damadı ve yeğeni Hacı Yahya Ağa’ya intikal ettiğini Döndü Şelçuk’un
anlatımlarından öğreniyoruz.
Veli Ağa’nın
bu hanımından Hacı Yahya Ağa, Hacı Ahmet Ağa, Hacı Ömer Ağa, Sadık Efendi ve
İsa Üret adlarında beş erkek evladı ile “kara” lakaplı Eşe (yukarıda bahsi
geçen Hacı Recep’in eşi) ve Cemallı Mahallesinden “Kocatürkmen” soyadını
taşıyanların büyük annesi olan Hacı Mustafa’nın eşi Kara Ayşe adında iki kızı
dünyaya gelmiştir.
Veli ağa oğlu Hacı Yahya Ağa;
Hacı Yahya
ağa, resmi nüfus kaydına göre 1869 yılında doğmuş, Büyük Hacı Mehmet’in kızı
Meryem Hanım ile evlendirilmiştir. Hacı Yahya’nın bu evlilikten Veli ve
Muhittin olmak üzere iki erkek evladı olmuştur.
Hacı Yahya
Ağa’nın büyük oğlu Veli Topa 1895 doğumlu olup Kurtuluş savaşına katılmıştır.
Hanımı, Ali Ağa kolundan Hüseyin Ağa’nın Rıza Beyden torunu Atiye (halk
arasında bilinen adı ile “Atike”) Hanımdır.
Veli
Topa’nın bu evliliğinden Cemal, Halim, İlhan adlarında üç oğlu ile Şevkiye,
Meryem, Rukiye, Saniye, Ulviye ve Fatma Hanımlar olmak üzere 6 kız evladı
dünyaya gelmiştir.
Hacı Yahya
Ağa’nın ikinci oğlu Muhittin, amcası Hacı Ahmet Ağa’nın kızı Vesile Hanım ile
evlenmiştir. Bu evlilikten olan oğlu, Muhittin’nin 1932 yılında genç yaşta
vefatından kısa bir süre sonra vefat etmiştir.
Veli Ağa oğlu Hacı Ahmet Ağa;
Hacı Ahmet
Ağa’nın 1870’li yıllarda dünyaya geldiğini sanıyoruz. Hanımı, amcası Ali
Ağa’nın Hüseyin Ağadan torunu Şefika Hanımdır. Hacı Ahmet Ağa’nın bu evlilikten
İzzet, Ethem, Akif ve Âdem Vehbi ile Nuriye, Vesile ve Nezide hanımlar olmak
üzere toplam yedi çocuğu dünyaya gelmiştir.
İzzet Oral,
1884 ile 1958 yılları arasında yaşamıştır. Çardak’ın ilçe olması için yoğun
çaba harcamış, Çardak’ın ilçe statüsüne yükselmesini gördükten kısa bir müddet
sonra kalp krizi ile hayata veda etmiştir.
İzzet
Oral’ın ilk evliliği dayısı Hacı İsmail Ağa torunlarından Rıza Bey’in kızı
Fatma Hanım iledir. Bu evlilikten Galip Oral dünyaya gelmiştir.
Nuriye Hanım
da dayısı Rıza Bey’in oğlu Hüsnü Orulkaya ile evlenmesine rağmen bu evlilik
yürümemiş boşanma ile sonuçlanmıştır. Nuriye Hanım’ın bu evliliğinden Bahriye
Hanım dünyaya gelmiştir.
Hüsnü Bey ve
Nuriye Hanım’ın boşanma olayından sonra İzzet Ağa da buna karşılık olarak Hüsnü
Bey’in kardeşi olan eşi Fatma Hanım’dan ayrılmıştır. Karşılıklı boşanmalardan
bir müddet sonra Nuriye Hanım “Gedeomaroğlu” lakabıyla bilinen Hüseyin Akyol
ile evlenmiş, bu evlilikten çocuğu olmamıştır. Fatma Hanım’ın ise tekrar
evlenmediğini biliyoruz.
İzzet Ağa,
Fatma Hanım’dan ayrıldıktan sonra, Başçeşme köyünden Ayşe Hanım ile
evlenmiştir.
Ethem Oral,
Amcası Sadık Ağa’nın kızı Ulviye Hanım ile Evlenmiştir. Bu evlilikten Cengiz
Oral ile Necla Hanım dünyaya gelmiştir.
Ethem Oral
İkinci dünya savaşı sırasında ihtiyat olarak tekrar askere alınmış, bu askerlik
görevi sırasında 1944 yılında vefat etmiştir.
Akif Oral,
Musalı Mahallesinden Toylar sülalesine mensup Ayşe Hanım ile evlenmiş, bu
evlilikten Yavuz, Şefika ve Güldane olmak üzere üç evladı dünyaya gelmiştir.
Akif Oral
kardeşi İzzet Oral ile düştüğü anlaşmazlık sonucu Çardak’ı terk ederek İzmir’e
yerleşmiştir. Çocukları bugün itibarı ile İzmir’de yaşamaktadır.
Akif Oral ve
ailesinin çocukları ile temas edemediğimiz için doğum ve ölüm tarihlerini
tespit edemedik
Âdem Vehbi
Oral’ın doğum tarihini kesin olarak bilmiyoruz, ancak 1914 veya 1916 yıllarında
dünyaya geldiğini sanıyoruz. Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olup uzun yıllar
yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptıktan sonra Afyonkarahisar iline
yerleşmiştir. Eşi İhsan Hanım da aynı ildendir. Çardak’ta 1967 yılında vefat
etmiş olup Çardak Asri mezarlığına defnedilmiştir.
Hacı Ahmet
Ağa’nın büyük kızı Nuriye Hanım, yukarıda belirtildiği üzere dayısı Rıza Bey’in
oğlu Hüsnü Orulkaya ile evlendirilmiş ve bu evlilikten Bahriye Hanım dünyaya
gelmiştir. Nuriye Hanım’ın doğum ve ölüm tarihleri konusunda şimdilik bir
fikrimiz yok. Ancak 1890’lı yıllarda doğduğunu ve 1940’lı yıllarda vefat
ettiğini tahmin ediyoruz.
Nuriye Hanım
Hüsnü Orulkaya’dan boşandıktan sonra yukarıda belirtildiği üzere “Gedeomaroğlu”
Hüseyin Akyol ile evlenmiş, bu evlilikten çocuğu olmamıştır. Nuriye hanım’ın
Hüsnü Orulkaya’dan olan tek kızı Bahriye Hanım da Hüseyin Akyol’un oğlu İsmail
Akyol ile evlendirilmiştir.
Veli ağa oğlu Hacı Ömer Ağa;
Hacı Ömer
Ağanın doğum tarihinin 1870’li yıllar olduğunu sanıyoruz.1926 yılında vefat
etmiştir.
Hacı Ömer
Ağa’nın eşi Musalı Mahallesinde, Tuyuroğlu / Hacı İbişoğlu sülalesinden Osman
Efendinin kızı Döne (halk arasında
bilinen adıyla “Döndü”) Hanımdır. Döne Hanım’ın doğum tarihi 1878, vefat tarihi
ise 1968 yılıdır.
Hacı Ömer
Ağa ve Döne Hanım’ın ikisi kız, bir de erkek evladı dünyaya gelmiştir. Büyük
kızı Hatice Hanım, Hacı İsmail Ağa oğlu Küçük Hacı Mehmet’in oğlu İbrahim ile,
küçük kızı Keziban Hanım ise, Büyük Hacı Mehmet’in oğlu Hacı Mustafa’dan torunu
olan Mehmet Özkan ile evlendirilmiştir. Tek oğlu Fahrettin ise, amcası Hacı
Ahmet Ağa’nın kızı Nezide Hanım ile evlenmiştir.
Fahrettin
Ural 1900 yılında dünyaya gelmiş, 1966 yılında vefat etmiştir. Eşi Nezide Hanım
da 1969 yılında vefat etmiştir.
Fahrettin,
soyadı kanunu çıktıktan sonra “Ural” soyadını almıştır. Nezide Hanım ile olan
evliliklerinden Lütfiye isimli bir kızı ile galiba “İrfan” adlı bir oğlu
dünyaya gelmiştir. Oğlu çocuk yaşta vefat etmiştir. Fahrettin Ural’ın diğer eşi
…. Hanımdan da Necmiye adında bir kız evladı vardır. Lütfiye Hanım’ın ilk eşi
Ali Efendi (Kocatürkmen)’nin oğlu Kemal Kocatürkmen’dir. Bu evlilikten
çocukları olmamıştır.
Kemal Kocatürkmen’in bir trafik kazası sonrasında vefat
etmesinde sonra, Çardak İlçe Nüfus Müdürü olarak görev yapmakta olan Kamil
Özalp ile evlenmiş ve bu evlilikten de çocuğu olmamıştır.
Fahrettin
Ural’ın soyu, küçük kızı Necmiye’nin Yusuf Selçuk ile olan evliliğinden
yürümüştür.
Hatice
Hanım, Küçük Hacı Mehmet’in oğlu İbrahim ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten
tek evladı Sulbiye Ölmez dünyaya gelmiştir. İbrahim’in, 1915 yılında
Çanakkale’de şehit düşmesinden kısa bir müddet sonra Hatice Hanım da
hastalıktan vefat etmiştir. İbrahim ile Hatice Hanım’ın birbirlerinin
vefatlarından haberleri olmaksızın bu dünyadan göçtükleri söyleniyor. Sulbiye
Hanım, 1912 doğumlu olup üç yaşında yetim kalmış, kardeş olan Babaanne Ayşe
Hanım ile anneanne Döne hanım tarafından büyütülmüştür.
Hacı Ömer
Ağa’nın diğer Kızı Kezban Hanım ise, yine Topaloğlu sülalesinden Büyük Hacı
Mehmet’in oğlu Hacı Mustafa’dan torunu olan Mehmet Özkan ile evlendirilmiştir.
Keziban Hanım’ın bu evlilikten Hatice Özkan, Ulviye Selçuk, Naciye Sayın ve
Döndü Selçuk olmak üzere dört kız evladı dünyaya gelmiştir.
Keziban
Hanım 1893 yılında doğmuş ve 1986 yılında vefat etmiştir.
Veli Ağa oğlu İsa Efendi;
İsa Efendi,
1881 yılında dünyaya gelmiştir. Veli Ağa’nın en küçük oğludur. İsa Efendinin
ilk eşi Çal Kuyucak köyünden Halime Hanım’dır. Bu evlilikten, Sıdıka Sarıçam,
Meryem Özcan, Hacer Atik ve Ayşe Onan ile Şükrü Kaya dünyaya gelmiştir.
Halime Hanım
1920 yılındaki bir salgın hastalıkta vefat etmiştir. Bu olaydan sonra İsa
Efendi, Dazkırı Aşağı Yenice Köyünden Rabia Hanım ile evlenmiştir. (Rabia
Hanım’ın ilk eşi de Birinci Dünya savaşında şehit düşmüştür.) Bu evlilikten
Lütfi ve Asım Üret adında iki oğlu daha dünyaya gelmiştir.
İsa Efendi
1932 yılında vefat etmiştir. İkinci eşi Rabia Hanım da 1973 yılında vefat
etmiştir.
Veli Ağa oğlu Sadık Efendi;
Sadık
Efendi’nin doğum tarihini öğrenemedik. Vefatının ise 1921 yılında vuku
bulduğunu sanıyoruz. Küçük Hacı Mehmet’ 1921 yılındaki vefatından sonra mezara
defni sırasında, cenaze mezara yerleştirilmeden, Sadık Efendi’nin –içinden öyle
geldiği için- mezara boylu boyunca uzanıp yattığını, definden yaklaşık bir
hafta sonra da vefat ettiğini sülale büyüklerinden dinlemiştik.
Sadık
Efendi’nin eşi, Tutluca Köyünden Ümmühan Hanım’dır. Bu evlilikten Meryem Güneş,
Ulviye Oral ve Fatma Sarıhan adlarında üç kız evladı ile Baki ve Osman adında
iki oğlu dünyaya gelmiştir. Baki ve Osman çocuk yaşta vefat ettiklerinden soyu
iki kızından yürümüştür.
Ulviye Hanım
amcası Ahmet Ağa’nın oğlu Ethem Oral ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten Cengiz
ve Necla isimli iki evladı dünyaya gelmiştir. Fatma Hanım, Tığoğlu / İmamlar
sülalesinden Molla Abdullah Arıcan’ın oğlu Şükrü Sarıhan ile evlendirilmiştir.
Fatma Hanım’ın bu evlilikten Türkan Dağdelen ve Feride Güneş adlında iki kız
evladı dünyaya gelmiştir.
Fatma
Hanım’ın 1955, Ulviye Hanım da 1969 yılında vefat etmişlerdir.
Veli Ağa kızı "Kara" Eşe;
“Kara”
lakabıyla anılan Eşe Hanım, Musalı Mahallesinde mukim Tığoğlu Sülalesinden
“Hacı Hilal” lakabıyla anılan Hacı Receptir. Kara Eşe’nin bu evliliğinden
“Torba” lakabıyla anılan Mehmet ile “Kara” lakabıyla anılan Rukiye ve Emine
adlı iki kızları dünyaya gelmiştir. Ayrıntılı bilgi “Tığoğlu ailesinin “Hacı
recep” kısmında verilmiştir.
Veli Ağa kızı “Kara” Ayşe;
Veli Ağa’nın
diğer kızı “Kara” lakabıyla bilinen Ayşe Hanımdır. Ayşe Hanım, Cemallı
mahallesinde mukim Hacı Mustafa isminde bir şahıs ile evlendirilmiştir. Hacı
Mustafa’nın aslen Afyon Emirdağı Türkmenlerinden olduğunu, ailesinin münferiden
1840 lardan sonra Çardağa yerleştiklerini, Veli Ağa’nın hizmetinde bulunurken
Ayşe Hanım ile evlendirildiğini ve dolayısıyla “Koltukçuluya damat” olduğunu
merhum Hüsamettin Selçuk’tan dinlemiştik.
Ayşe
Hanım’ın bu evliliğinden Ali Efendi (Kocatürkmen) ile Fadime adlarında iki
evladı olmuştur. Ali Efendi ise yine
Topaloğlu sülalesinden Hüseyin Ağa’nın kızı Eşe Hanım ile evlendirilmiştir.
Ali
Efendi’nin bu evlilikten Halit ve Kemal Kocatürkmen ile Habibe Karakaya, Ziynet
Keskin ve Naciye Özkök olmak üzere üç kız evladı dünyaya gelmiştir.
Ayşe
hanım’ın kızı Fadime Hanım ise, Musalı mahallesinden mukim Keskinoğlu Hacı
İbrahim ile evlendirilmiş, bu evlilikten de Ahmet Keskin ve Ayşe Cengizer
dünyaya gelmiştir. Fadime Hanım’ın eşi Hacı İbrahim’in hikâyesi “Asiye Hanım”
kısmında verildiğinden burada tekrarına gerek görmüyoruz.
Veli Ağa
Kolunun da serencamı kısaca böyledir.
TOPALOĞLU HACI MUSA EFENDİ KOLU
Musa
Efendi’nin 1840 yılında doğduğuna dair o günkü nüfus kayıt defterlerinde kayıt
vardır. Musa Efendi hakkında bildiklerimiz kısaca şöyledir;
Musa Efendi
yetişkin çağında Burdur’a tahsil için gitmiştir. Tarih konusunda bir bilgi yok.
Orada medrese eğitimini bitirdikten sonra, hocasının kızı ile evleniyor ki, bu
hanımın ismini tespit edemedik. Bu evliliğinden Habibe isminde bir kızının
olduğu, onun da Şefika adında bir kızının olduğu sülalede bilinir. Şefika
Hanım’ın, Burdur’lu, ismini bilmediğimiz biriyle evlendirildiğini, bu
evliliğinden çocuğunun olamadığını, kocasının akrabalarından birinin çocuğunu
evlatlık olarak aldığını biliyoruz. Şefika Hanım 1970 li yılların sonuna kadar
yaşamıştır.
Hacı Musa
Efendi vefat ettiğinde akrabaları olarak, o gün itibariyle sağ olan kardeşi
Küçük Hacı Mehmet ve Veli Ağa’nın çocukları Hacı Ömer, Hacı Yahya ve Hacı Ahmet
Ağa’lar ile birlikte baş sağlığına gittikleri, ancak bu gidenler içinde Veli
Ağa’nın çocuklarının, Hacı Musa Efendi terekesinden o günkü kanuna göre
“Amcazadelik” denilen, mirastan pay alma işini de araştırdıkları anlaşılıyor ki,
bu durum müteveffanın ailesinde huzursuzluk yaratmış olmalıdır. Bu huzursuzluğu
sezen Küçük Hacı Mehmet, yeğeni olan Habibe Hanım’a Burdur’a gelişlerindeki
asıl amacın baş sağlığı dilemek olduğunu, kesinlikle mirastan pay alma gibi bir
niyetlerinin olmadığını açıklıkla bildiriyor.
Hacı Musa
Efendinin hangi tarihte vefat ettiğini bilmiyoruz. Küçük Hacı Mehmet 1921
yılında vefat ettiğine göre mutlaka bu tarihten önce vefat etmiş olmalıdır.
Hacı Musa
Efendinin vefatından sonra ailesi ile Topaloğlu sülalesinin bağlarının giderek
zayıfladığı anlaşılıyor. O kadar ki, 1970’lere kadar sadece Küçük Hacı Mehmet
oğlu Hüsamettin Sayın tarafından bir (veya birkaç) defa ziyaret edildiklerini
merhum Hüsamettin Selçuk’tan dinlemiştik. Topaloğlu sülalesinden Astsubay
olarak görev yapmakta olan Fahri Sayın’ın 1973 yılında Burdur’a atanması ile bu
aile hatırlanmış, Fahri Sayın’ın babası Mehmet Sayın tarafından Musa Efendinin
torunu olan Şefika Hanım ziyaret edilmiştir. Anlatıldığına göre, Şefika Hanım
Burdur’lu bir bey ile evlendirilmiş, bu evlilikten çocuğu olmadığından eşinin
akrabalarından birinin çocuğunu evlat edinmişler. 1973 yılında gerçekleşen bu
ziyaret sırasında Şefika Hanım’ın oldukça yaşlı, bakıma muhtaç bir durumda
olduğu görülmüş. Dolayısı ile Hacı Musa ailesi ile en son temas bu ziyaret
olmuştur. Şefika Hanım’ın vefatı ile bu koldan kimse kalmamıştır.
HACI İBRAHİM AĞA KOLU
Hacı İbrahim
Ağa, nüfus kayıt defterlerinde 1838 yılında doğduğuna dair bir kayıt varsa da,
biz onun 1838 yılından daha önceki bir tarihte (muhtemelen 1833 veya 1835
yılları) doğmuş olduğunu tahmin ediyoruz.
Hacı İbrahim
Ağa’nın eşi Cemallı mahallesinden olmakla birlikte hangi sülaleye mensup
olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Bildiğimiz, ” bugün ”Aksöğüt” soyadını
taşıyanların atası olan ve Çardak’ta “Hacı Ali” olarak bilinen şahsın halası
olduğudur. Bu ve biraz sonra anlatacağımız hadiseler ile ilgili söylentileri
çocukluğumuzda ve bu makalenin hazırlanması aşamasında Döndü Selçuk’tan
dinledik. Bu söylentilere göre İbrahim Ağa’nın eşinin adı, “Kösdeli”
lakabıyla bilinen Hatice Hanım’dır. Hacı İbrahim Ağa’nın bu evliliğinden çocuğu
olmamıştır.
Hacı İbrahim
Ağa ile ilgili olarak anlatılan hadise şöyledir. (Hüsamettin ve Döndü Selçuk’un
anlatımlarından)
Hacı İbrahim
Ağa (muhtemelen babası Hacı İsmail Ağa’nın vefatından sonra) Hacca gider. O’nun
Hicazda olduğu günlerde, eşi Hatice Hanım bakkal dükkânında alışveriş yaptıktan
sonra tam çıkacağı sırada kapıda, Minnetoğlu sülalesinden “Dolma Velisi”
namıyla bilinen bir genç belirir. Hatice Hanım’ın dükkândan çıkmasına mani olacak
şekilde kapının her iki sövesini de tutarak durur. Güya içeriye girecektir. Bu
durum Hacı İbrahim Ağa’nın kâhyası olan “Kocazeybek”
lakaplı hizmetlisi tarafından görülür ve Hatice Hanım’ın Dolma Velisi ile gönül
ilişkisi olduğu şeklinde yorumlanır. Derhal Hatice Hanım’ın yanına giderek
sertçe, “Seni ağamın adına boşuyorum”
der, boynunda taşıdığı ziynet eşyalarını da alarak kadını İbrahim Ağa’nın
evinden çıkarır. Hacı İbrahim Ağa Hicazdan döndükten sonra da durum kendisine
anlatılır ve İbrahim Ağa da bu olaya ses çıkarmayarak adeta sükûten onay verir.
Bu olayın
Topaloğlu sülalesince hazmedilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla hafızalara not
edilir ve intikam için uygun bir zaman beklenir. “Büyük Hacı Mehmet” kısmında
anlatacağımız bir hadiseyi de konu ile ilişkili olduğundan burada nakletmeyi
uygun gördük. Çünkü o günlerde Topaloğlu
sülalesi kendisine yönelik her olaya karşı birlikte hareket etmektedir. Diğer
sülalelere göre hem sayıca üstündür ve hem de kavgacı mizaçları ile
tanınmışlardır.
Büyük Hacı
Mehmet’tin eşi, Minnetoğlu sülalesinden “Dolma” Mehmet’in kızı Elif hanımdır.
Elif Hanım’ın kardeşi yukarıda bahsi geçen “Dolma” Velisi’dir. Bu Dolma Velisi
denilen şahıs, Tığoğlu sülalesinden İmam Ömer Efendi’nin kızı Fadime Hanımı
ikinci eş olarak kaçırır. Uzun müddet kaçak dolaşırlar. Tabi, bu arada da Ömer
Efendi her yerde kızını aramakta, aratmaktadır. En sonunda Gemiç köyünde olduğu
tespit edilir ve babası Ömer Efendi tarafından “Kaçmaktan vazgeçsinler,
gelsinler elimi öpüp af dilesinler nikâhlarını kıyalım” yolunda haber
gönderilir. Dolma Velisi, bu söz üzerine Fadime Hanım ile birlikte ortaya
çıkar. Ancak Ömer Efendi kızını teslim aldıktan sonra sözünde durmaz. Fadime
hanım’ı halası olan Meryem Hanım’ın (Menniş Hanım) oğlu Büyük Hacı Mehmet’e
nikâhlar. Bu olay
üzerine Dolma Velisi, “karımı elimden aldılar” diyerek –haklı olarak- adli
yollara başvurur.
İbrahim Ağa
başta olmak üzere (ki Topaloğlu ailesinin reisi durumundadır) toplanırlar. Hacı
Musa Efendi de Burdur’dan gelmiştir. İlave edelim, Hacı İbrahim Ağa’nın karısı
ile Dolma Velisi arasında cereyan ettiği düşünülen olay unutulmamıştır. Hacı
Musa Efendi kardeşlerine akıl verir; “Dirisiyle uğraşacağınıza, öldürün
ölüsüyle uğraşın!” Sonuç olarak Dolma Velisinin ortadan kaldırılmasına karar
verilir.
Topaloğlu
sülalesinin eli uzundur. Dağdaki eşkıyaya haber yollanır. Silahlı bir grup gizlice Hacı İbrahim Ağa’ya
gelirler. Hacı İbrahim Ağa da onları, bugün Şükrü Kaya vereselerine ait olup
Lütfi Üret’in hanay evinin tam arkasındaki “yer evde” (daha sonra ahır olarak
kullanılmıştır.) uygun bir fırsat çıkıncaya kadar gizlice “misafir” eder.
Dolma Velisi
bir gün -muhtemelen mahkeme için- sabah erkenden atı ile Dinar tarafına doğru
yola çıkacaktır. Bu durum haber alınınca Hacı İbrahim Ağa’nın evinde saklanmakta
olan eşkıya da ondan çok daha erken saatlerde Dinar yolu üzerindeki Sarıkavak
Derbendinde pusu kurarak bekler. Neticede, Dolma Velisi belirtilen mevkiden
geçerken pusuya yatmış olan eşkıya tarafından katledilir.
Topaloğlu
Büyük Hacı Mehmet’in ilk eşi olan Elif Hanım bu olaydan çok etkilenir. Günlerce
yas tutar. Adeta aklını yitirir. Kardeşinin eşinin kendi üzerine kuma olarak
getirilmesini ve bilahare kardeşinin, kocasının ailesi tarafından planlanarak
katledilmesi hazmedemez. Sonuçta Topaloğlu sülalesi intikamını almıştır. Bu
cinayet olayının resmiyete intikal edip etmediği konusunda şimdilik bilgimiz
yok. Arşiv belgeleri arasında olup olmadığı da yapılacak araştırmalara
bağlıdır. Neticede olay da bu şekilde kapanmış(veya örtbas edilmiş), Topaloğlu
ailesinden de kimse zarar da görmemiştir.
Çardak
Koltukçulu mahallesindeki “Koltukçulu çeşmesi”, Hacı İbrahim Ağa tarafından
1872 yılında vefat eden babası Hacı İsmail Ağa ile 1869 yılında vefat eden
büyük kardeşi Ali Ağa’nın hatıralarını yad etmek için (1269 rumi) 1873 yılında
yaptırılmıştır. Çeşme harap halde de olsa halen ayaktadır. Kitabesinde çeşmenin
yaptırılma sebebi ve yapılış yılı yazılıdır.
İbrahim
Ağa’nın 1880 li yıllarda varis bırakmadan vefat ettiğini düşünüyoruz. Mezarı
Çardak Eski mezarlığında iken, mezar taşı Topaloğlu Rıza Arısoy tarafından
alınarak Çardak Asri mezarlığındaki kendi aile mezarlıkları olan “Arısoy Aile
Mezarlığı”na taşınmış olup halen oradadır.
TOPALOĞLU BÜYÜK HACI
MEHMET KOLU
Topaloğlu
Büyük Hacı Mehmet, o devrin nüfus kayıtlarına göre 1837 / 1838 yıllarında
doğmuştur. Burada nüfus kayıtları ile Hüseyin Pehlivan’ın 1835 yılında vaki
vefatı ve eşi Meryem hanım’ın Hacı İsmail Ağa tarafından nikâhlanması, resmi
doğum tarihini teyit etmektedir. Annesi, Hacı İsmail Ağa’nın ikinci eşi olan
Meryem Hanım’dır. Meryem Hanım ile ilgili olaylar “Hüseyin Pehlivan” kısmında
verildiği için burada tekrar etmeyeceğiz.
Hacı İsmail
Ağa’nın “Hacı Mehmet” adını taşıyan iki oğlu vardır. Bunlardan birisi, şu
andaki konumuz olan ve “Büyük” sıfatıyla vasıflandırılan ve Hacı İsmail Ağa’nın
ikinci hanımı “Meryem Hanım”’dan olan oğlu “Büyük Hacı Mehmet”, diğeri de,
üçüncü hanımı Keziban Hanım’dan olan ve “Küçük” sıfatıyla vasıflandırılan
“Küçük Hacı Mehmet”tir. Hacı İsmail Ağa’nın iki oğlunun da aynı ismi taşımasına
sebep olarak annelerinin, kendi babalarının isimlerini oğullarına verme
konusundaki ısrarı olduğu rivayet edilmektedir. Bundan da Meryem Hanım ve
Keziban Hanım’ın babalarının isimlerinin “Mehmet” olduğunu öğreniyoruz.
İsimlerdeki “Hacı” unvanı ise sonraki yıllarda hac ibadetlerini yerine getirmiş
olmalarına bağlanmaktadır.
Büyük Hacı
Mehmet’in ilk eşi, yukarıda belirtildiği üzere Minnetoğlu sülalesinden “Dolma”
lakabıyla bilinen Mehmet Efendinin kızı Elif Hanım’dır. Elif Hanım’ın kardeşi,
Dolma Velisidir ki, Hacı İbrahim Ağa kısmında anlatılan olayların öznesidir.
Büyük Hacı
Mehmet’in Elif Hanım’dan Hacı Mustafa (D: 1870), “Deli” lakabıyla anılan İsmail
ve “Molla” unvanıyla bilinen Yusuf olmak üzere üç oğlu ile Dudu ve Meryem
Hanımlar olmak üzere de iki kızı vardır. İkinci Hanımı Fadime Hanımdan ise
Osman adında bir oğlunun olduğu söylenir.
Büyük Hacı
Mehmet’in oğlu Mustafa, dayısı “Dolma Velisi”nin kızı Fatma Hanım (D: 1871)
ile evlenmiş, bu ailenin başka çocuğu olmadığından “Dolma” ailesinin mirasçısı
olmuştur. Bu evlilikten, Mehmet, Ali ve Süleyman adlarında üç oğlu dünyaya
gelmiştir.
Dolma
Mehmet, Topaloğlu Hacı Ömer Ağa’nın kızı Keziban Hanım ile evlenmiş, bu
evlilikten yukarıda belirtildiği üzere Hatice Özkan, Naciye Sayın, Döndü ve
Ulviye Selçuk adlarında dört kızı dünyaya gelmiştir. Kendisi de 1932 yılında
bir cinayete kurban giderek vefat etmiştir ki, bu ayrı bir bahistir.
Hacı
Mustafa’nın ikinci oğlu Ali Özkan, Topaloğlu Rıza Bey’in kızı Zekiye Hanım ile
evlenmiş, bu
evlilikten de Mustafa ve Murat Özkan adlarında iki oğlu ile, Nermin ….., Fatma
Esmer ve Sebahat Erdoğan olmak üzere de üç kızı dünyaya gelmiştir. Mustafa
Özkan, Topaloğlu sülalesinin Veli Ağa Kolundan Şükrü Kaya’nın kızı Sebahat
hanım ile, Murat Özkan da amcası Süleyman Özkan’ın büyük kızı Mübeccel Hanım
ile evlenmiştir.
Hacı Mustafa’nın üçüncü ve en küçük oğlu Süleyman, amcası Molla Yusuf’un kızı Naile hanım ile evlenmiş olup bu evlilikten Mübeccel ve Keziban adlarında iki kızı dünyaya gelmiştir. Mübeccel Hanım, amcası Ali ‘nin oğlu Murat Özkan ile, Keziban ise Tüfekçioğlu ailesinden Mustafa oğlu Tekin Çakmak ile evlenmiştir.
Büyük Hacı
Mehmet’in ikinci oğlu İsmail
ise, Çal Kuyucak köyünden olan Ayşe Hanım ile evlenmiştir. Ayşe Hanım sülale içerisinde
“Haydanlı”
lakabıyla bilinmektedir. Cevdet Türkay’ın adı geçen eserinde “Haydan” kelimesi
“Cemaat” ve “Aşiret” adı olarak iki ayrı yerde geçmekte, ancak Arap taifesinden
oldukları ve Alaiye (Alanya) ile Şam Sancaklarına iskân edildikleri yönünde kayıt
olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Ayşe Hanım’ın ve Kuyucak köylülerinin bu
aşiret veya cemaatle bir ilgileri yoktur. Bu lakabın halk tarafından kendisine,
konuşma biçimi (“haydi” kelimesini “haydan” şeklinde telaffuz etmesi)
dolayısıyla uygun görüldüğü kanaatindeyiz. “Deli” İsmail ile Ayşe Hanım’ın
evliliğinden Mevlüt Yürümez ve Elif Ölgün adlarında bir erkek ve bir kız evladı
dünyaya gelmiştir. Mevlüt Yürümez (1912 - 1974), amcası Molla Yusuf’un kızı
Fatma Hanım ile, Elif hanım ise Çal Kuyucak köyünden olan teyzezadesi Osman
Ölgün ile evlenmiştir.
İsmail,
1920’li yıllarda, Ayşe Hanım ise 1955 yılında vefat etmişlerdir.
Büyük Hacı
Mehmet’in Elif Hanım’dan olan üçüncü ve en küçük oğlu Molla Yusuf resmi
kayıtlara göre 1878 yılında doğmuş ve 1922 yılında vefat etmiştir. Molla lakabı
veya unvanı ise, medrese eğitimi görmesi nedeniyledir. Nitekim mollalığına
binaen askere alınmadığı söylenmektedir.
Molla Yusuf,
amcası Küçük Hacı Mehmet’in kızı Medine Hanım (1889 – 1961) ile evlenmiş, bu
evlilikten Fatma Yürümez (1914 - 1988), Hüsamettin Selçuk (1918 – 2004), Naile
Özkan (1920 – 2012) ve Hacı Mehmet
Selçuk (1923 – 1994) olmak üzere dört
evladı dünyaya gelmiştir. Fatma, amcası İsmail’in oğlu Mevlüt Yürümez ile,
Naile, yine amcası Hacı Mustafa’nın oğlu Süleyman Özkan ile evlenmişlerdir.
Hüsamettin, ilk olarak Topaloğlu Hüseyin Ağa’nın oğlu Ali Efendinin kızı Vesile
Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten Naime Cengizer (1941 – 2010), Yusuf Selçuk
(1944) ve küçük yaşta vefat eden Nazmiye adlarında üç evladı dünyaya gelmiştir.
Hüsamettin Selçuk, ilk eşi Vesile Hanım’ın 1947 yılında vaki vefatı üzerine
amcası Hacı Mustafa’nın oğlu Mehmet’ten olan torunu Döndü Selçuk ile
evlenmiştir. Bu evliliğinden de Nafiye, Nazmiye, Vesile, Mehmet ve Sabahattin
adlarında beş evladı dünyaya gelmiştir. Mehmet sabavet çağında, Sabahattin ise
15 yaşlarında iken hastalıktan vefat etmişlerdir.
Büyük Hacı
Mehmet’in kızlarından “Kara” lakabıyla anılan Dudu Hanım, Topaloğlu Hüseyin
Ağa’nın oğlu Halil İbrahim ile evlenmiş, bu evlilikten “Kara” lakaplı Rukiye
Karaçam dünyaya gelmiştir. Dudu Hanım, Rukiye hanım’ın doğumundan kısa bir süre
sonra (galiba 1908 civarı) vefat etmiştir. Dudu Hanım’ın kızı Rukiye Hanım önce
Topaloğlu sülalesinin “Deli Mahmud” kolundan “Esef”
lakabıyla anılan Dede Özdemircan ile evlenmiş, bu evlilikten “Çete” lakabıyla
anılan Arif Özdemircan dünyaya gelmiştir. Rukiye Hanım, Dede Özdemircan’dan
boşandıktan sonra, Musalı Mahallesinden “Yakup Çavuş” adıyla anılan Yakup
Karaçam ile evlenmiştir. Bu evlilikten de Döndü Şahin, Fatma Başağa ve Musa
Kazım Karaçam dünyaya gelmiştir.
Meryem Hanım
nüfus kayıtlarına göre 1869 yılında doğmuş, amcası Topaloğlu Veli Ağa’nın oğlu
Hacı Yahya Ağa ile evlendirilmiştir. Bu evlilikten, yukarıda bahsedildiği üzere
Veli Topa ve Muhittin isimli iki evladı dünyaya gelmiştir. Meryem Hanım’ın
vefatı 1950 yılı civarındadır.
Büyük Hacı
Mehmet’in ikinci eşi Fadime Hanımdan (ki, yukarıda adı geçen Dolma Velisi’nin
olaylara konu olan ikinci eşidir) Osman adında bir oğlu olduğu, Osman’ın da
yine amcası Küçük Hacı Mehmet’in kızı Zaide hanım ile evlendiği, bu evlilikten
iki kızının dünyaya geldiği aile içerisinde anlatılmaktadır. Osman’ın,
Çanakkale savaşında şehit düştüğü söyleniyor.
Kızları ise çocukken geçirdikleri kazalar neticesinde vefat etmişler ve
böylelikle Osman’ın soyu kesilmiştir.
Fadime
Hanım’ın, Büyük Hacı Mehmet’i (1878 yılından önce) terk ederek,
Delaloğlu Osman Efendi ile evlendiği söylenmektedir. Bu hadisenin ne şekilde
vuku bulduğunu tespit imkânını bulamadık. Bu arada, Delaloğlu’nun Fadime
Hanım’dan olan ilk çocuğu olan Hatice Hanım’ın resmi belgelerde yer alan doğum tarihinin
1879 yılı olduğunu da belirtelim. Bu durumda bahsedilen Osman’ın 1878 yılından
önceki bir tarihte (muhtemeldir ki 1875 yılı) doğduğu, anlatıldığı gibi
Çanakkale savaşına iştirak etmiş ise kırk yaşlarında askere alındığı gibi bir
sonuç ortaya çıkıyor.
Büyük Hacı
Mehmet’in vefat tarihini tespit edemedik. Hadiselerin cereyan tarzı dikkate
alındığında vefat olayının 1870’ li yılların ortalarında olması bize daha
mantıklı gelmektedir.
Sonuç
olarak, Büyük Hacı Mehmet kolunun hikâyesi de budur.
TOPALOĞLU KÜÇÜK HACI
MEHMET KOLU
Topaloğlu
Küçük Hacı Mehmet, Hacı İsmail Ağa’nın en küçük oğlu olup resmi kayıtlara göre
1861 yılında doğmuştur. Annesi, Alikurt Köyünde ikamet eden “Çomaklıoğlu”
sülalesinden Kezban Hanım’dır. Kezban Hanım’ın babasının adının Mehmet olduğunu
sanıyoruz.
Yaptığımız
tahkikatta, Alikurt Köyünde “Çomaklıoğlu” sülalesinden kimsenin kalmamış olduğunu
ve zaman içerisinde yakınındaki Kaklık kasabasına göçmüş olduklarını öğrendik.
Kezban
Hanım’ın ilk eşi, Çal / Denizler kasabasından şimdilik adını bilmediğimiz bir
şahıstır. Anlatımlardan bu şahsın genç yaşta vefat ettiği sonucunu çıkarıyoruz.
Bize pek mantıklı gelmese de öleceğine yakın bir zamanda eşi Kezban Hanım’a;
“Benim ölümüm yakın. Gençsin, ben öldükten sonra muhtemelen biriyle
evleneceksin. Lakin atın yerine eşek bağlama. Evleneceksen Çardaklı Hacı İsmail
Ağa ile evlen”
diyerek vasiyette bulunduğuna gerek Küçük Hacı Mehmet’in çocuklarının ve
gerekse Hüsamettin Selçuk’un anlatımları ile vakıf olduk.
Kezban Hanım
ile Hacı İsmail Ağa’nın evlenmelerinde kimlerin aracı oldukları konusunda bize
intikal eden bir malumat yok. Hacı İsmail Ağa’nın, 1800’ün ilk yıllarında
doğmuş olduğunu dikkate aldığımızda, 1859 veya 1860 yıllarında vuku bulan
evlilik hadisesi sırasında 56 veya 57 yaşlarında olduğunu tahmin ediyoruz.
Kezban Hanım’ın bu evliliği sırasında kaç yaşında olduğunu bilmesek de oldukça
genç olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Keziban
Hanım’ın ilk eşinden Veli adında bir oğlunun da olduğu aileden bize intikal
eden bilgiler arasındadır. Daha sonraları “Hacı” olduğundan aile içerisinde
“Hacı Veli” olarak anılmakta idi. Bu Hacı Veli Efendi’nin Hanife ve Ülfet
adlarında iki kızının olduğunu yine aile içindeki anlatımlardan biliyoruz.
Hatta Ülfet Hanım’ın yılda bir veya birkaç defa Çardak’a gelerek amca
çocuklarını ziyaret ettiğini, gerek kuzeni Celal Sayın ve Rukiye Topa’nın ve
gerekse Döndü Selçuk’un anlatımlarından çıkarıyoruz. Ülfet Hanım’ım 1950’
lerdeki vefatından sonra Küçük Hacı Mehmet ailesinin Kaklıktaki bu akrabaları
ile iletişimi kopmuştu. Biz, 2000 yılında emekli olduktan sonra yaptığımız
araştırmada, Hanife Hanım’ın torunlarından birisi ile görüştük. Not
almadığımızdan görüştüğümüz şahsın kimliği konusunda hafızamızda bir şey
bulamadık. Hafızamızda kalan, Ülfet Hanım’ın çocuksuz olarak vefat ettiği,
Hanife Hanım’ın ise şu anda sayısını hatırlamasak da birkaç çocuğunun olduğunu
görüştüğümüz torunundan öğrenmiş idik. Ancak, daha sonra bu bağlantı da
koptuğundan, Kaklıktaki akrabalarımızla iletişim tekrar kesildi.
Küçük Hacı
Mehmet’in ilk eşi Musalı Mahallesinde mukim Tuyuroğlu ailesinden Hacı İbişoğlu
Osman adında bir şahsın kızı olan Ayşe Hanım’dır.
Resmi nüfus
kaydına göre Ayşe Hanım’ın doğum tarihi 1874 yılıdır. Küçük Hacı Mehmet ile
aralarında 13 yaş fark vardır. İlk çocukları olan İbrahim’in 1888 yılında
doğmuş olduğu göz önüne alındığında, Ayşe Hanım on üç gibi erken sayılabilecek
bir yaşta evlendirilmiş olduğu görülür. Biz Ayşe Hanım’ın 1874 değil, bir kaç
yıl daha önceki bir tarihte doğduğunu düşünüyoruz. Nitekim Küçük Hacı Mehmet’in
kızı Kezban Hanım’ın da resmi doğum tarihine itibar edersek adı geçenin de on
veya on bir yaşında anne olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.
Küçük Hacı
Mehmet ve Ayşe Hanım’ın evliliklerinden sırasıyla İbrahim, Medine Selçuk,
Tevfik, Zaide Şenliktürk ve Fahri Sayın
dünyaya gelmiştir
İbrahim,
nüfus kayıtlarına göre 1888 (1304 rumi) yılında dünyaya gelmiştir.
Anlatılanlara göre sarışın, uzun boylu yakışıklı bir genç imiş. Babası Küçük
Hacı Mehmet, gerek Balkan savaşı ve gerekse bunu takip eden Birinci Dünya
Savaşı sırasında İbrahim’i askere göndermemek için üç defa bedel ödemiş,
dördüncüde tekrar bedel ödemek istese de artık askere alınmasına mani
olamamıştır. Muhtemelen 1915 yılında askere alınarak Çanakkale cephesine
gönderilmiş ve aynı yıl şehadet haberi gelmiştir.
İbrahim,
Topaloğlu sülalesinden Veli Ağa oğlu Hacı Ömer Ağa’nın büyük kızı Hatice Hanım
ile evlenmiştir. Bu evlilikten Sulbiye adında tek evladı dünyaya gelmiş ve soyu
da bu kızından yürümüştür. Bugün Çardak’ta “Ölmez” soyadını taşıyanlar
İbrahim’in torunlarıdır.
Medine
Hanım, resmi kayıtlata göre 1889 yılında dünyaya gelmiş ve amcası Büyük Hacı
Mehmet’in oğlu Molla Yusuf (1878 - 1922)
ile evlenmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi bu evlilikten de Fatma, Hüsamettin,
Naile ve Hacı Mehmet isimlerinde dört evladı dünyaya gelmiştir.
Medine
Hanım, 1961 yılında vefat etmiştir.
Küçük Hacı
Mehmet’in ikinci oğlu Tevfik 1899 yılında doğmuştur. Eşi, aslen Dazkırı’lı olan
Hatice Hanımdır. Tevfik’in bu evliliğinden çocuğu olmamıştır. Kurtuluş Savaşı
sırasında askere alınmış ve söylendiğine göre ve kesin olmamakla birlikte 1922
yılında Dumlupınar’da şehit olmuştur.
Tevfik’in şehadetinden sonra dul kalan
eşi Hatice Hanım, kayınbiraderi olan Fahri Sayın ile evlendirilmiştir.
Zaide hanım
1894 (1310 rumi) yılında dünyaya gelmiştir. İlk eşi, amcası Büyük Hacı
Mehmet’in Fadime Hanım’dan olan oğlu Osman’dır. Osman’dan iki kız çocuklarının
olduğu, bilahare kazalar neticesinde her ikisinin de çocukken vefat ettiği
anlatılmaktadır. Zaide Hanım, eşi Osman’ın Çanakkale cephesinden şehadet
haberinin gelmesinden ve çocuklarını da kazalar sonucu kaybetmesinden sonra
“Kürdoğlu” lakabıyla bilinen teyzezadesi Mustafa Şenliktürk
ile evlendirilmiştir. Zaide Hanım’ın bu evliliğinden de Mürüvvet Tagay ve Nimet
Esenkut hanımlar dünyaya gelmiştir.
Zaide
Hanım’ın vefatı 1960 yılıdır.
Küçük Hacı
Mehmet’in Ayşe Hanımdan olan üçüncü oğlu Fahri’nin doğum tarihi 1901 (1321
rumi) yılıdır. İlk eşi
“Adıgüzeloğlu” ailesinden İpek Hanımdır. Bu evlilikten Mehmet Sayın (1924 –
1983) dünyaya gelmiştir. Mehmet Sayın, Topaloğlu ailesinden Hacı Mustafa’nın,
oğlu Mehmet’ten olan torunu Naciye Hanım ile evlendirilmiş ve bu evlilikten
Fahri, Fikret, Ayşe, Ergun ve İbrahim Ercan adlı evlatları dünyaya gelmiştir.
Fahri
Sayın’ın ikinci eşi yukarıda belirtildiği gibi ağabeyi Tevfik’in dul eşi Hatice
Hanım iledir. Bu evlilikten de kızı Aliye (1929 – 2016) Çetinkaya ve oğlu
Tevfik Sayın 1932 yılında dünyaya gelmiştir. Tevfik 1943 yılında on bir yaşında
iken sele kapılarak vefat etmiştir.
Fahri Sayın,
1936 yılında bugün “Pınarkent” olarak anılan “Böceli” mevkiinde geçirmiş olduğu
bir tren kazası
sonucunda vefat etmiş ve cenazesi Kocabaş kasabası mezarlığına defnedilmiştir.
Çardak’ta
maddi, manevi çok acı çekenler için kullanılan bir deyim vardır. “Kara yazılı”.
Bu deyim tam anlamıyla Küçük Hacı Mehmet’in eşi Ayşe Hanım için söylenmiş olsa
yeridir diye düşünüyoruz. Zira Bir anne düşününüz ki, üç oğlunun da çeşitli
sebeplerle ölümlerine şahit olsun. Doğrusunu söylemek gerekirse Ayşe Hanım, bir
anne için yaşanabilecek en büyük acıları yaşamıştır. Aile içerisinde Ayşe Hanım
ile ilgili olarak bize anlatılan pek fazla bir şey yok. Ancak, Ömrünün geri
kalan kısmını, oğulları İbrahim ve Fahri Sayın’ın vefatlarından sonra onların
geride bıraktığı yetimlerine vakfetmiştir.
Son zamanlarında evham illetine
tutulduğu, adeta bir kara haber alacakmış vehmine kapıldığı, bir yerde pek
fazla eyleşmediği anlatılırdı. Özellikle tren sesi duyduğunda –muhtemelen-
büyük oğlu İbrahim’i trenle askere gönderdiği hatırına gelmiş olsa gerek, trene
beddualar yağdırdığını yakınlarımızdan dinledik. Ayşe Hanım, küçük oğlu Fahri
Sayın’ın çocuklarını da yetiştirdikten sonra 1947 yılında vefat etmiştir. Eski
Mezarlıkta bulunan cenazesi, torunlarından Medine Hanım’ın oğlu Hüsamettin
Selçuk tarafından Çardak Asri mezarlığına nakledilmiştir.
Küçük Hacı
Mehmet, yılını net olarak tespit edememiş olsak da 1904 yılından önceki bir
tarihte ilk eşi Ayşe Hanım’dan boşanmıştır. Zira ikinci eşi Hatice hanım’dan
olan ilk çocuğu Galip’in doğum yılı 1904 yılıdır. Galip çocuk yaşta vefat
etmiştir.
Küçük Hacı
Mehmet ilk eşi Ayşe Hanım’dan boşandıktan sonra, Buhurcuoğlu Sülalesinden
Delaloğlu Osman Efendinin kızı Hatice’yi kaçırarak evlenmiştir. Bu kaçırma
işinde Küçük Hacı Mehmet’e, Veli Ağanın oğlu olan yeğeni ve aynı zamanda
“bacanağı” olan Hacı Ömer Ağa’nın yardımcı olduğu anlatılıyor. Hatice Hanım
(evlilik olayının 1902 yılında olduğunu varsayarsak) kaçırılma olayı sırasında
20’li yaşlardadır. Küçük Hacı Mehmet ise 40 /41yaşlarındadır. Yani Hatice
Hanım’a göre “ihtiyar” sayılabilecek bir yaştadır.
Resmi
kayıtlara göre Küçük Hacı Mehmet ve Hatice Hanım’ın ilk çocukları “Galip” 1904
yılında doğmuş ve bebeklik denilebilecek bir çağda –muhtemelen- hastalıktan
vefat etmiştir. Daha sonra Hüsamettin (1908 – 1964), Celal (1918 – 1989),
Keziban(1916 – 1963 )
ve Rukiye (1919 – 2004) Hanımlar dünyaya gelmiştir.
Hüsamettin
Sayın, 1908 (1324 rumi) tarihinde dünyaya gelmiştir. 1930’larda Nazilli’de
Devlet Demir Yolları idaresinde çalışmaya başlamıştır. Yine Nazilli’de Fatma
Hanım ile evlenmiş bu evlilikten ilk ve tek çocuğu Latife Sayın dünyaya
gelmiştir.
Celal Sayın
1912 (1328 rumi) yılında dünyaya gelmiştir. İlk eşi Saniye Keskin Hanım’dır.
Saniye Hanım, baba tarafından Keskinoğlu Mehmet’in oğlu Hacı İbrahim ile
Delaloğlu Osman Efendi’nin kızı Emine Hanım’ın kızıdır. Dolayısıyla Hacı
İbrahim’in annesi Asiye Hanım tarafından da Topaloğlu sülalesi ile akrabalık
bağı mevcuttur. Celal Sayın ile Saniye Hanım’ın evliliğinden Ulviye 1941
yılında dünyaya gelmiştir. Saniye Hanım ile Celal Sayın’ın evlilikleri 1942
yılında boşanma ile sonuçlanmıştır.
Celal
Sayın’ın ikinci eşi, Dazkırı’nın Aşağı Yenice (Aşağı Apa) köyünden
Durhanım’dır. Durhanım 1943 yılında hastalık sonucu vefat etmiştir. Celal
Sayın, Durhanım’ın vefatını müteakip 1944 yılında yine aynı köyden “Kamberler
“sülalesinden Mevlüt Okumuş’un kızı Abide Hanım ile evlenmiştir.
Kezban
Hanım, 64 numaralı dip notta da belirtildiği üzere resmi olarak 1919 (gerçek
olduğunu düşündüğümüz yaşı ise 1915 / 16) yılında doğmuştur. İlk evliliği,
Topaloğlu Rıza Bey’in oğlu Hüsnü Orulkaya iledir. Bu evlilikten Rukiye (resmi
nüfus kayıtlarında Huriye) dünyaya gelmiştir. Hüsnü Orulkaya’nın vefatından
(muhtemelen 1933 veya daha sonraki bir yıl) sonra baba evine dönmüştür. 1940
yılında ise Tutluca köyünden “Torlakoğlu” Hüsamettin Torlak ile evlenmiştir.
Kezban Hanım, hastalıktan dolayı 1963 yılında vefat etmiş ve cenazesi Tutluca
köyünde defnedilmiştir. Tek çocuğu Rukiye ise Muhittin Tanrıöven ile
evlenmiştir.
Rukiye Topa,
1918 yılında dünyaya gelmiş, Topaloğlu sülalesinden Veli Topa’nın oğlu Cemal
Topa ile evlenmiştir.
Rukiye
Topa’nın vefat tarihi 2004 yılıdır. Cenazesi, Çardak Asri mezarlığına
defnedilmiştir.
TOPALOĞLU “DELİ”
MAHMUT ve SOYUNDAN GELENLER;
1247 / 1832
yılı ve müteakip yıllarda yapılan nüfus sayımlarına göre düzenlenen Nüfus Kayıt
Defterlerinde, farklı hane ve sıra numaraları ile kayıtlı “Topaloğlu” adını
taşıyan bir ailenin daha kayıtlı olduğu görülmektedir.
Bu aile ile
ilgili araştırmada elde ettiğimiz sonuca göre, bu ailenin atası sülalede “Deli”
Mahmut adıyla bilinen bir şahıstır. Biz Deli Mahmut’un, rivayetlerde anlatıla geldiği
gibi Topal Mehmet’in değil, onun oğlu Kethüda Ahmet Ağa’nın oğlu olduğunu var
sayıyoruz. Dolayısıyla Deli Mahmut, Kethüda Ali Ağa’nın kardeşi, Hacı İsmail
Ağa’nın da amcasıdır.
Kronolojik
olarak bir değerlendirme yaptığımızda ise (o yıllarda bir insan ömrünün
ortalama 60 - 65 yaş civarında olduğu dikkate alınarak); şöyle bir tablo
çıkarmak mümkündür;
Ali Mirza-
Doğum; 1670, Ölüm; 1735
Oğlu Topal
Mehmet- Doğum; 1710, Ölüm; 1775 / 1780
Oğlu Kethüda
Ahmet Ağa- Doğum; 1745, Ölüm; 1810
Kethüda
Ahmet Ağa’nın oğlu Ali Ağa- Doğum; 1767,
Ölüm;1845’den sonra
Kethüda
Ahmet Ağa’nın diğer oğlu Deli Mahmut- Doğum;1770, Ölüm;1830’den önce.
Mahmut’un
oğlu Süleyman- Doğum; 1813, Ölüm; 1836
Mahmut’un
diğer oğlu Ahmet- Doğum; 1815, Ölüm; 1880
Buna göre;
1247 / 1832
yılı sonrasında yapılan sayıma ilişkin
deftere (muhtemelen 1838 yılında itibariyle) düşülen notta, “Topaloğlu
Mahmut’un oğlu Ahmet 23 yaşında olarak kaydedilmiştir. İkinci güncellemenin
veya sayımın yapıldığı 1253/1838 yılından 23 yıl geriye gidildiğinde Ahmet’in
1815 yılında, Süleyman’ın ise 1813 yılında doğmuş olduklarını görürüz.
1247 / 1832
yılı Nüfus Kayıt Defterinde kaydı görülmeyen Süleyman 1247 / 1832 yılında sonra
(muhtemelen 1250 / 1835 yılı) düzenlenen Nüfus Kayıt Defterine “25” yaşında ölü
olarak kaydedilmiştir.
Nüfus kayıt Defterlerinde Topaloğlu
Mahmut’un Ailesi;
1247 / 1832
sayımına göre düzenlenen Nüfus kayıt defteri;
DANİŞMENDLÜ-Yİ KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ MÜSLÜMANLARININ NÜFUS
DEFTERİDİR. [H. 1247 / M.1832]
((BOA-NFS.d.1572-73-74-75)
62
|
133
|
Uzunca boylu-ter bıyıklı, Parmaksızoğlu Mehmed bin
Mehmed
|
18
|
|
|
134
|
Topaloğlu
Ahmed bin Mahmud
|
|
|
|
135
|
… Mahmud
|
|
Doğum: 5 R 1247
|
DANİŞMENDLÜ-Yİ KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR. [H. 1247 / M.1832] (BOA-NFS.d.1573-36)
38
|
92
|
Uzun
boylu-sarı bıyıklı, Topaloğlu Süleyman bin Mahmud
|
25
|
Ölüm: 5 L
1253
|
|
-
|
Oğlu,
Süleyman
|
-
|
Doğum: 5 L
1253
|
|
93
|
Kardeşi,
uzun boylu-sarı bıyıklı, Ahmed bin Mahmud
|
23
|
Doğum 1815
|
|
-
|
Mehmed bin
Ahmed
|
-
|
Doğum: 11 L
1250
|
|
-
|
Oğlu,
Abdurrahman
|
-
|
Doğum: 5 R
1253
|
|
94
|
Oğlu, sabi,
Mahmud bin Ahmed
|
3
|
Doğum 1256
|
En son 1253
/ 1835 yılında güncellendiğini sandığımız İki Nüfus Kayıt Defterinin
karşılaştırılmasında elde edilen netice şu şekilde izah edilebilir;
İlk sayıma,
Topaloğlu Deli Mahmut’un ailesinden yalnızca Ahmet bin Mahmut ile (5 R 1247 /
13 Eylül 1831 doğumlu) oğlu son anda iştirak etmiş ve “Parmaksızoğlu” ailesinin
62 numaralı hanesine 134 ve 135 sıra numaraları ile adeta iliştirilerek kayıt
altına alınmıştır. Anlaşılan ailenin diğer fertleri bu sayıma iştirak
etmemişlerdir.
1833 yılı
veya sonrasında (muhtemelen 1835 yılı) yapıldığı düşünülen sayımın sonuçlarına
göre düzenlenen Nüfus Kayıt Defteri ile 1247 / 1832 yılına ait Nüfus Kayıt
Defterinin muhtelif aralıklarla “güncellendiği” söylenebilir. Buna göre, 1833
den sonra yapıldığı anlaşılan bu sayıma, Deli Mahmut’un oğlu Ahmet ile yine
Deli Mahmut’un diğer oğlu Süleyman’ın da isimleri kayıt edilmiştir.
Bu sayıma
dayanılarak düzenlenen Nüfus Kayıt Defterinin açıklama kısmına ilerideki
yıllarda düşülen notlara göre, Deli Mahmut’un oğlu Süleyman’ın (5 L 1253 / 2
Ocak 1838) tarihinde 25 yaşında olarak vefat ettiği, aynı gün ve yılda da kendi
adını taşıyan oğlu Süleyman’ın doğduğuna dair kayıtlar vardır. Anlaşılan
Süleyman babasının vefatından kısa bir süre sonra doğmuştur.
İlk Nüfus
Kayıt Defterinde de görülen Deli Mahmut oğlu Ahmet’in yaşı belirtilmemiş, 1833
yılından sonra düzenlenen deftere (muhtemelen 1835 veya 1836 yıllarında)
düşülen notta ise 23 yaşında olarak kaydedilmiştir. Buradan çıkaracağımız
sonuç, Ahmet’in yaklaşık 1813 tarihinde doğduğu, 1829 yılında 16 yaşında
evlendiği ve oğlu Mahmut’un da, (5 R 1247 /13 Eylül 1831)tarihinde doğduğudur.
Bir diğer
husus, Mahmut oğlu Ahmet’in (5 L 1250 / 4 Şubat 1835) doğumlu oğlu Mehmet ile
(5 R 1253 / 9 Temmuz 1837) doğumlu Abdurrahman’ın da kayıtları yapılmıştır.
1255 / 1844
yılında yapılan sayım sonucuna göre düzenlenen Nüfus kayıt defterinde Topaloğlu
Mahmut’un kayıtları aşağıda gösterildiği şekildedir.
(BOA-NFS.d.1575-67)
göre;
DANİŞMENDLÜ-Yİ
KEBİR KAZASI ÇARDAK KÖYÜ
MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR. [H. 1260 / M.1844]
39
|
102
|
Orta boylu-kumral sakallı, Topaloğlu
Süleyman bin Süleyman
|
35
|
|
|
103
|
Topaloğlu Ahmed veledi Mehmed
|
11
|
|
|
104
|
Oğlu,
Mehmed
|
7
|
|
|
105
|
Diğeri,
Mehmed
|
5
|
|
|
106
|
Diğer
oğlu, Abdullah
|
3
|
|
1844 yılı
içerisinde yapılan sayımın sonuçlarına göre düzenlenen bu Nüfus kayıt
Defterinin Topaloğlu Mahmut’un ailesi ile ilgili kısmı yukarıdadır. Buradaki
kayıtlarla 1247 /1832 ve 1260 / 1844 yılında yapılan sayımlarla elde edilen
sonuçların uyuşmadığı, maddi hatalarla malul olduğu,adeta
“ceffel kalem” düzenlendiği görülmektedir ki, biz bu kayıtları dikkate
almıyoruz.
1260 / 1844
yılında düzenlendiği belirtilen diğer Nüfus Kayıt Defterinde, Topaloğlu Deli
Mahmut’un ailesi ile ilgili bilgiler de şöyledir.
Diğer
bir kayıtta (BOA-NFS.d.1574-11) ise;
DANİŞMENDLÜ-Yİ
KEBİR KAZASI’NA BAĞLI ÇARDAK KÖYÜ
MÜSLÜMANLARININ NÜFUS DEFTERİDİR.
|
108
|
Sabi, Topaloğlu Süleyman veledi
Süleyman
|
4
|
39
|
109
|
Orta boylu-kumral sakallı, Topaloğlu
Ahmed bin Mahmud
|
30
|
|
110
|
Oğlu, emred, Mahmud
|
10
|
|
111
|
Sabi, Mehmed
|
7
|
|
112
|
Sabi, Abdurrahman
|
6
|
|
113
|
Abdullah veledi Ahmed
|
3
|
1247 / 1833
yılı veya sonrasında düzenlendiği belirtilen Nüfus Kayıt Defterinde 38 hane ve
92 sıra numarası ile kayıtlı olan Süleyman bu cetvelde, “Ayanoğlu” hanesinde 38
hane ve 92 sıra numarası ile kayıtlıdır. Baba yetimi olduğundan muhtemeldir ki,
annesinin “Ayanoğlu” ailesi ile akrabalık bağı mevcuttur.
39 Hane ve
109 sıra numarası ile kayıtlı olan “Topaloğlu Mahmut oğlu Ahmet”, 1844
sayımında 30 yaşında olarak kaydedilmiştir ki gerçeği yansıttığı kanaatindeyiz.
Aradan geçen zaman içerisinde dünyaya gelen oğlu Abdullah da Nüfus Kayıt
Defterinde yerini almıştır.
Topaloğlu
sülalesinin, Kethüda Ahmet Ağa’nın ikinci oğlu Mahmut ve onun soyundan
gelenleri Nüfus kayıt Defterlerini esas alarak irdeledik.
Topaloğlu
Deli Mahmut’un, ilk nüfus sayımının yapıldığı yıl olan 1247 / 1832 yılında sağ
olduğuna dair bir emare görülmemektedir. Deli Mahmut’un Nüfus Kayıt Defterleri
ile ilişkisi yalnızca Ahmet ve Süleyman’ın babaları olarak kayıtlı olmasıdır.
Biz bu nedenle Mahmut’un 1247 / 1832 yılından önceki bir tarihte vefat etmiş
olabileceğini düşünüyoruz.
Deli Mahmut’un Kethüda Ali Ağa ile, oğulları
Ahmet ve Süleyman’ın ise Hacı İsmail Ağa ile, aynı zaman dilimi içerisinde
yaşadıkları görüyoruz.
Topaloğlu
Mahmut’un soyu, oğulları “Kör” lakaplı Ahmet ve Süleyman’dan yürümüştür. Ancak
Süleyman’ın bugünkü torunlarını bilmiyoruz ve araştırma imkânımız da yok. Ahmet
ile ilgili olarak da kısmen zanna dayalı olarak söyleyebileceklerimiz de
sınırlıdır. Buna göre;
“Kör”
lakabıyla da bilinen bu Ahmet ile ilgili olarak rivayet yoluyla bize gelen net
bir bilgi yok. Ancak, bugün Hacı İsmail Ağa oğlu Küçük Hacı Mehmet vereselerine
ait olan ve üzerinde ev ve bahçeler bulunan arazinin “Deli” Mahmut’un oğlu
“Kör” Ahmet’ten satın alındığına dair söylentileri kendi aile büyüklerimizden
işitmiştik. Bir diğer husus, bugün Meryem Ayöz vereselerine ait olan mezkûr
arazi ile hem-hudut olan arazinin de “Kör Ahmet’ ait olduğu ve Meryem Ayöz’ün
bu araziyi babaannesi Fadime Hanımdan miras yoluyla edindiği de anlatılan hususlardan
idi. Bu ifadeden murad ettiğimiz husus şudur; bahsedilen arazilerin hem-hudud
olması ve Meryem Ayöz’ün, “Kör Ahmet” ile ilişkisi, her iki ailenin de
geçmişten gelen ve kan bağına dayanan akrabalık bağının mevcut olduğunu
göstermektedir.
Deli Mahmut
Oğlu “Kör” Ahmet’in 1844 yılı nüfus kayıtlarında adları geçen çocukları
hakkında şimdilik elle tutulur pek fazla bilgimiz yok. Bilgi kırıntılarına
kısaca değinmek gerekirse;
Kör Ahmet’in
ilk oğlu Mahmut’un “Kör” veya “Geygel”
lakabıyla bilinen Arif adında bir oğlunun daha olduğunu biliyoruz. 1832 – 1844
yılları arasında yapılan nüfus sayımlarında görülmemesinin sebebi 1844 yılından
sonra (muhtemelen 1860’lı yıllarda) doğmuş olmasıdır. Bildiğimiz veya
torunlarından edinebildiğimiz bilgilere göre Arif’in; Dede, Ahmet ve Hüseyin
adında üç oğlu ile Emine, Eşe ve Hatice adlarında da üç kızı vardır. Dede,
“Özdemircan”, Ahmet ve Hüseyin ise “Fidan” soyadlarını almışlardır. Kısaca
biyografilerine değinmek gerekirse;
Dede Özdemircan; 1904 veya 1905 doğumlu olduğunu
sanıyoruz. İlk eşi Topaloğlu Hacı İsmail Ağa torunlarından Halil İbrahim ile
Büyük Hacı Mehmet’in kızı Dudu hanımdan olan torunu “Kara” Rukiye”’dir. Bu
evliliğin kısa sürdüğü anlaşılıyor. Dede ve Rukiye çiftinin tek çocukları
“Çete” lakabıyla bilinen Arif Özdemircan’dır.
Dede
Özdemircan’ın ikinci evliliği, “Kıralı”
lakabıyla anılan şahsın kızı Ayşe Hanım iledir. Bu evliliğinden ise; İbrahim,
Cemal, Kemal ve Burhan adında dört oğlu ile Elfan Sarı, Ayten Kara Dudu…
adlarında üç de kızı vardır. Dede Özdemircan 1970’li yıllarda vefat etmiştir.
Ahmet Fidan; Eşi “Alevioğlu” ailesinden Mehmet
Ali Dorak’ın kızı Emine Hanım’dır. Bu evlilikten, Arif ve Adnan Menderes Fidan
adlarında iki oğlu ile Lutfiye Çetinkaya, Meryem, Fadime …… ve …. Adında dört
kızı dünyaya gelmiştir. Ahmet Fidan 1990’lı yıllarda vefat etmiştir.
Hüseyin Fidan; Eşi Cemallı Mahallesinde Selimoğlu
lakabıyla bilinen Mehmet adında bir şahsın kızı olan Elif Hanım’dır. Hüseyin
Fidan’ın 1980 li yıllarda vefat ettiğini sanıyoruz.
Emine Çetinkaya; “Arap” lakabıyla bilinen Hüsam
Çetinkaya’nın eşidir. Bu evlilikten; Ali, Hasan, Musa ve Halil adlarında dört
oğlu ile Faden Tekeli, Ayşe Sivrikaya ve Vesile Özdemircan adlarında üç de kızı
dünyaya gelmiştir.
Hatice Akpınar; Cemallı Mahallesinde “Kösdelioğlu”
sülalesinden …… ile evlenmiştir.
Yanılmıyorsak bahsedilen kişinin ikinci eşidir.
Hüsam Akpınar adında bir oğlu vardır.
Eşe Şahinkaya; Çardak’ta “Tokur lakabıyla bilinen
Mehmet Ali Şahinkaya ile evlidir.
Bu evlilikten; Osman Şahinkaya ile Nadiye Naral ve …… Acılı adlarında iki kızı
vardır.
Kör Ahmet’in
Mehmet ve Abdurrahman adındaki oğulları hakkında bilgimiz yok. Evli olup
olmadığını da bilmiyoruz. Kesin olan husus, Mehmet ve Abdurrahman’ın 1844
yılında hayatta olduklarıdır. Bu konuda tahminimiz şudur; aile mülklerine
bakarak “Acılı” ve “Yener” soyadını taşıyanların bu iki şahsın torunları
olmaları muhtemeldir.
Kör Ahmet’in
bir diğer oğlu olan Abdullah’ın Fadime adında bir kızının olduğu nüfus
kayıtlarından anlaşılmaktadır. Buna göre Fadime 1869 yılı doğumludur. Bizim
tahmini olarak söyleyebileceğimiz bir başka husus da, Abdullah’ın bir de
oğlunun olması gerektiğini düşünüyoruz. Aile mülklerinin Kör Ahmet ailesi
mülkleri ile hem-hudut olması nedeniyle akrabalık bağı atfedebileceğimiz bu
aile “Taş” veya “Taşoğlan” lakapları ile bilinen Mehmet Akıncı’nın ailesidir.
Mehmet’in babasının da adı Abdullah olup muhtemelen Mahmut oğlu Abdullah’ın
torunudur.
Topaloğlu
Abdullah kızı Fadime Hanım (halk arasında bilinen lakabı ile “Ala Fadıma”)
Mustafa adında bir şahıs ile evlidir. Resmi nüfus kayıtlarına göre Mustafa
Efendi 1867 doğumlu olup Çardak nüfusuna kayıtlıdır.
Hüsamettin
Selçuk’tan dinlediklerimize göre ise; Mustafa Efendi ve kardeşleri,1800’lü
yılların son çeyreğinde Çardak’a Yeşilova’nın “Armut” köyünden gelerek
yerleşmişlerdir. Mustafa Efendinin kendisinden başka iki erkek bir de kız
kardeşleri vardır.
Fadime
hanım’ın bu evliliğinden 1898 yılında Hüsam adında bir oğlu dünyaya delmiştir.
Hüsam’ın eşi Emine hanım’dır. Emine Hanım,
“Çardak’ta “Gönel” soyadını taşıyanların halasıdır. Hüsam’ın Emine Hanım ile
olan evliliğinden Meryem Ayöz ve Fatma …. Hanım adlarında iki kızı dünyaya
gelmiştir. Hüsam’ın Emine Hanım’dan boşandıktan sonra tekrar evlenip
evlenmediği, kaç yılında vefat ettiği şimdilik bilgimiz dâhilinde değil.
Mustafa ve
Fadime çiftinin 1898 doğumlu olan Hüsam Sarıbaş’tan başka Mevlüt Sarıbaş adında
bir oğlunun daha olduğunu biliyoruz. Mevlüt’ün de Mustafa adında bir oğlu
vardır. Mustafa Sarıbaş’ın da 1960’lı yıllarda akrabalarının bulunduğu Yeşilova
köylerinin birine taşındığı ve orada vefat ettiği malumumuzdur.
Bu
değerlendirmeyi yaparken dayandığımız kıstas, yukarıda adı geçen şahısların
yaşadıkları ev ve aile mülklerinin yan yana ve bir arada olmasıdır.
Deli Mahmut
hakkında anlatılanlar; onun asabi bir mizaca sahip olduğu, bu yüzden de “Deli”
lakabıyla anıldığı çocukluğumuzda aile büyüklerinden dinlediğimiz söylentiler
arasındadır.
DİP NOTLAR;
Arif Sarı, age makale, sayfa; 37. “Akkoyunlu hizmetine
giren birçok Türkmen reisi arasında Dulkadirli tebaasından olan
Kara Bey, Bayat boyu beylerinden Abdi ve
Hüseyin Bey de bulunmaktaydı.”
Muzaffer ÇETİN-İbrahim İMAMOĞLU, age.S, 125
Ayrıca bu nüfus
sayımları (BOA-NFS.d.1575-67 ve BOA-NFS.d.1574-11) ile ilgili olarak bir
değerlendirme yapmak gerekirse; Yaş kısımlarında verilen bilgilere ihtiyatla
yaklaşmak gerektiğini görüyoruz. Zira 6 ay aralıkla yapıldığı söylenen iki
nüfus sayımında kişilerin yaşları ile ilgili fahiş hatalar olduğu ilk başta
görülmektedir. Örnek vermek gerekirse, Kethüda Ali Ağa bu nüfus sayımlarının
birinde 60 diğerinde 65, İsmail Ağa, birinde 35 diğerinde 30 olarak
kaydedilmiştir. Keza çocukları, Ali bir defterde 10 diğerinde 12, Musa bir
defterde 1, diğerinde 10 yaşında olarak kaydedilmiştir. İbrahim ve Veli’nin
doğum tarihlerinde bir farklılık yoktur. Nüfus sayımlarından hangisinin önce yapıldığını
bilmiyoruz.
İsmini tespit edemedik. Ancak bugün Kocazeybek
ve Tunalıoğlu soyadlarını taşıyanların büyük atası olan şahıs. Bu şahsın, Hacı
İsmail Ağa’nın silahşoru olduğunu torunlarından Ziya Kocazeybek’ten
dinlemiştik.
Yukarı paragrafta, Kezban Torlak Hanım
için verdiğimiz doğum tarihi resmi kayıtlara dayansa da hatalı olduğunu
düşünüyoruz. Zira Kezban Hanım ile kardeşi Rukiye Hanım arasında en az üç yaş
farkı vardır ve doğum tarihini 1915 /16 yılı olarak kabul etmek gerekir. Maddi
delil olarak şunu gösterebiliriz. Kezban Hanım’ın ilk eşi Topaloğlu
sülalesinden Rıza Bey ‘in oğlu Hüsnü Orulkaya’dır ve bu evlilikten olan tek çocukları Rukiye (resmi kayıtlarda Huriye) 1930 yılında dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla Kezban
Hanım’ın doğum tarihini 1919 yılı olarak kabul edersek kızı Rukiye’nin doğumu
sırasında 11 veya 12 yaşlarında olduğunu da kabul etmek gerekir ki, bu da
doğaya aykırıdır. Sonuç olarak Kezban Hanım’ın doğum tarihini en geç 1916 yılı
olarak kabul etmek daha mantıklıdır diye düşünüyoruz