13 Aralık 2010 Pazartesi

AKBARALIK İLE İLGİLİ TERİMLER, İSİMLER

İsmail Hakkı SAYIN

Konu ile ilgili sözcük ve deyimleri ayrı bir başlık altına almamızın sebebi, bu kelimelerin Çardak’a mahsus olmasından değil, Çardak ağzındaki söyleniş biçimini kayda almaktır. Yoksa, Teyze, hala vb. gibi kelimeler Oğuz Türkçesinin konuşulduğu her yerde değişik vurgularla zaten kullanılmaktadır. Örnek vermek gerekirse, teyze kelimesinin Çardak ağzında aldığı şekil “dayza”veya “deeza”dır. “Dayza” kelimesinin Urfa ağzında da aynen muhafaza edildiğine şahit olduk.Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türkçedeki akrabalık ve manevi yakınlığı ifade eden anne, baba, dayı, amca vb. kelimeler anonim olmakla birlikte bazılarının söylenişleri, Çardak ağzında farklılaşmış, bazıları da bugün unutulmuştur. Ki, bu kelimeler eskiden Türk halkları arasında yaygın olarak kullanılmalarına rağmen zamanla terk edilerek mahalli kelimeler haline gelmişlerdir.

İletişimin gelişmesi ve yaygınlaşması, mahalli ağız ve şivelerin zamanla unutulmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Biz bu kelimelerin unutulmaması için kaydetmeyi uygun gördük.

Bibi: Hala. Özellikle yaşlı kadınlar için kullanılan bir hitap şeklidir. Bu günlerde artık hiç kullanılmıyor. Ör: Döndü bibi, Eşe bibi gibi.

Mama: Hala. Çardak ağzında “hala” kelimesi galiba son elli yıldır yoğun olarak kullanılmaktadır. Çardak ağzında “hala” yerine “mama” sözcüğü kullanılırdı. Şimdilerde yavaş yavaş bu kelime de unutuluyor.

Dayza: Teyze kelimesinin Çardak ağzında aldığı şekil. Genellikle Musalı ve Cemallı Mahallesi sakinlerince kullanılan bir kelimedir.

Deeza: Teyze. Koltukçulu mahallesi sakinlerince kullanılmaktadır. Kelimenin Çardakta iki farklı şekilde kullanılmasının sebebi, adı geçen mahalle halklarının değişik Türkmen boy ve oymaklarına mensup olmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Musalı Mahallesini kuran Deli Musalı adlı cemaat, Bozulus Türkmen teşekkülüne dâhil olan Caberli aşiretinin bir koludur. Bu aşiret, Kütahya civarlarından Kerkük’e kadar olan bölgelerde perakende olarak yurt tutmuştur. “Dayza” kelimesinin Çardak ve Urfa dolaylarında aynı şekilde kullanılıyor olmasını, bu durum açıklamaktadır.

Emmi: Amca. “Emmi” kelimesi genellikle Türkmen asıllı cemaatler tarafından kullanılmaktadır. Kelimenin etimolojik kökeninin Arapça’da da aynı anlama gelen “ammi” kelimesi olması ihtimal dâhilindedir.

Bizim oğlan: “Birader”, “kardeş” anlamlarına gelen bir hitap şekli. Burada hitap edilenin adı, hitap eden tarafından genellikle bilinmediğinden bu şekilde hitap edilir.

Bizim kız: Yukarıdaki hitap şekli ile aynı şeyleri ifaden eder.

Gelin bacı: Yenge. Ağabey, amca ve dayı hanımları için yaşça küçük olan yeğen ve akrabalar tarafından kullanıldığı gibi, gelin yabancı ise bütün köyün yengesi olduğundan, gelinden küçük olan kimseler tarafından bir kullanılan bir hitap sözcüğüdür.

Bu bahsi kapatırken akrabalık ve manevi yakınlık ifade eden kelimeler hakkında birkaç söz söyleme gereğini duyduk.

Baba. Anadolu ağızlarında aynı anlamda kullanılan bu kelime, bazı yaşlılar için saygı ve manevi yakınlık için de kullanılmaktadır. Bazen hitap edilenin ismi ile birlikte ( Ali baba gibi), bazen de tek başına kullanılmaktadır.

Ana. İstanbul şivesinde “anne” biçiminde söylenen bu kelime, yerini artık “anne “ kelimesine bırakmaktadır. Yukarıda ifade edildiği şekilde yaşlı kadınlara saygı ifadesi olarak da kullanılmaktadır.

Aba. Yörük ve Türkmen ağızlarında “abıla”, İstanbul ağzında da “abla” şeklinde söylenen bu kelime büyük kız kardeşler için kullanıldığı gibi aile dışından olup yaşça büyük olan kadınlar için kullanılır.

Ağa. Ağabey anlamında kullanılan bu kelime, bu anlamıyla artık pek kullanılmamaktadır. Bu kelime de “aba” kelimesi gibi yaşça büyük erkekler için kullanılan bir hitap şeklidir.

Bacı. Anadolu’da yaydın olarak kullanılmasına rağmen Çardak’ta pek fazla kullanılmaz. Yaşça birbirlerine emsal olan kadınlar ile erkeklerin bir kadına hitap şeklidir.

Sebebini bilmiyoruz ama, eskiden karı koca birbirlerine isimleri ile hitap etmezlerdi. Birbirlerini çağırma gereği duyduklarında kadılar; “ülen”, gibi sözcüklerle, erkekler ise “ulan” vb. kelimelerle birbirlerine seslenirlerdi.

Bir kadın, kocasının ikinci eşi ise, ilki için “eşim” diye bahseder. Çardak’ta birden fazla kadınla evlenmek pek yaygın olmamakla birlikte bunun birkaç örneği mevcuttur.

Türk toplumunun tamamında görüldüğü gibi, yaşça büyük olanlara saygılı davranmak çok önemlidir. Kişinin, kendisinden yaşlı kimseler ile kan hısımlığı olmasa bile kesinlikle emmi, dayı, mama, hala, vb. sözlerle hitap etmesi saygı gereğidir. Aksi davranışlar kınanır, ayıplanır. Bu durum eskiden böyle idi, halen de böyledir.

DEYİMLER

İsmail Hakkı SAYIN


Abdes piyoz etmemek: Kaale almamak, umursamamak.

Ak gıza hedik gara gıza düdük...

Açlığından çoban durup, kibarlığından hak istememek: (Çoban durmak: Ücret karşıliğında çobanlık yapmak.)

Adını deliye, götünü çalıya vermek..

Ağız yansılamak; bir kişinin konuşmasını alaylı bir şekilde tekrar etmek

Ak ak yuyup mor mor sermek..

Ak geçinin ger oğlaa...

Akıl olmayınca fikir neylesin, Abdi karı boşamış Bekir neylesin: Başkasının sıkıntılarına duyarsız kalmak.

Ala kuyruk: Riyakâr, ikiyüzlü.

Anadan ırafan (rahvan)

Anamın dayısı değil, kepeneğimin gıyısı değil...

Atlısı yayanı boz eşşeğe bindi...

Avını alıp tavını bırakmak...

Bireem bi: İyice..

Bir kesere kulp olmak..

Bıyığa bindirmek: Alaylı tebessüm, Muhatabını küçümseyerek tebessüm etmek.

Bulup da bunamak: Zorlukla elde ettiği birşeyi beğenmemek, küçümsemek. (Buradaki "bunama" kelimesindeki "n" sesi nazal "n" dir. Bunamak fiiliile ilgisi yoktur.)

Buldu buldu olmak...: Sonradan görmeleri nitelemek için kullanılan bir deyim.

Cayıradan düşmek: bir tehlike karşısında arkasına bakmadan kaçmak.

Cırıt Atmak: Oyun oynamak.

Culus olmak: Bir şeyin aniden ortadan yok olması.

Culus etmek: kimseye farkettirmeden yürütmek, çalmak

Çataynaş olmak: Sataşmak

Çalkotur etmek: Bir yeri kim var kim yok diye yoklamak.

Dep-düş etmek: 1. Karanlıkta yürüme 2. kör yürüyüşü

Dırca gelmek: Direnmek, karşı koymak.

Dikgilliş oynamak: Horoz Döğüşü yapmak.

Don durmak: (nazal "n" ile)Soğuk durmak, Umursamamak.

Efin tefin etmek: Bir şeyi sorumsuzca harcamak, israf etmek, gereksiz yere kullanmak, elden çıkarmak..

Emin sekin: Başına bir şey gelmeyeceğinden emin olarak. Rahatça.

Eğirdiğini yüne değişmek: "Dostlar alışverişte görsün" sözünün çardak ağzındaki ifadesi.

Ekmek torban kaldıydı. Hakkı olmayan bir şeyi almak ümidiyle gelen bir kişiyi küçümsemek amacıyla söylenen bir deyim.

Elin göñlü döndü ile dönede, bunun gönlü inek ile danada

Emin sekin: Hiç bir şeye aldırmadan, Özgüvenle bir işe girişmek.

Ev atmak, Yaz ve sonbaharda evlerde yapılan genel temizlik, sıva, badana, temizlik, vb.

Evelden yoğudu hırı, gonşuya tohandı şeri...

Evlenin ördü....Gün ortası,

Esiresiynen kösüresiynen anlatmak...
fasille gabah başga lafa bah...

Fıdıdım gibi
: Yel gibi..

Fıkı deliğine sokmak: Sıkıştırmak, sorgulamak..

Fıs boğmadan: Sessizce, kimseye duyurmadan.

Gara dimi: Siyah renkli saten kumaş

Gırgı gıramaç...

Gede,gepre; çoluk çocuk.

Gıladeyi bozmak / bozmamak; Duruşu bozmak / bozmamak

Gıldır gıç; "Gıldır" sözcüğünün ne anlama geldiğini tespit edemedik. Çardak ağzında kullanıldığı tek yer bu deyimdir. "Gıç" yani "bacak" kelimesinde  niteleme sıfatı olarak kullanılan bu sözcük, bir Burdur türküsünde "Gildır Gızı şeklinde geçmektedir

Godurdanmak: Bir şeye/bir kimseye kızarak kendi kendine konuşmak..

Govaşır etmek; kovalamak, uzaklaştırmak.

Göğ herif: Yaşlı, saçı sakalı ağarmış (kimse).

Göğe çirtik atmak: Yaramaz çocuklar için söylenen bir yakınma ifadesi.

Güpürdüm atmak... küçük çocukların kapalı bir mekanda koşuşturması.

Gulem Yollamak: Dargın olduğu birisine, bir başkası ile tehdit ve hakaret içeren mesaj göndermek.

Hak; Sözlük anlamının dışında, özellikle çobanlara, tahil olarak verilen yıllık ücret.

Hala gıla ağdırmak:Bir şekilde bir işi halletmek, yoluna koymak.

Hapırtısı kesilmek: Yorulmak, güçten, takatten düşmek.

Hatını hotunu gırmak:Dözmek, dayak atmak.

Hacı ehmedin ak deve, gelir géder yok deve..

Hayhırdım atmak...

Hededesini vermek: Haddini bildirmek. Şimdilerde pek kullanılmayan bu deyim, eskiden özellikle yaramazlık yapan çocuklar için kullanılırdı.


Hep deli hüp deli beşikdeki cip deli..

Hergün gelen soğan gibi, ayda gelen doğan gibi...

Hırtış yığını; Çar-çaput yığını

Hış etmek: 1. Bir oyunda rakibi eze eze yenmek. 2. Birisini evire çevire dövmek.

Hış Olmak: Çok yorulmak.

Hış gibi: Meyvesi bol ağaç.

Heng etmek: Kavga, gürültü etmek. Farsça “hengâme” sözcüğünden geçmiştir. Sık kullanılan bir sözcük değildir. Özellikle gelin kaynana kavgaları için kullanılırdı.

Hoha dayağı: Bir veya birkaç kişinin bir kişiyi evire çevire dövmesi.

Horavlanmak; Sinirlenmek, asabileşmek

Irafda ışılıyanı yok, damda muşuluyanı yok: Fakir, Evde kullanılacak tabak çanağı yok, ahırda ineği danası yok anlamında kullanılır

İpden özengi, tahdadan gılıç.. Önemsiz, değersiz..

İkiüzlekci: Riyakar..

İlaç keferaç...

İpli ali, kazıklı veli...: Uğursuz, işe yaramaz, tehlikeli kişiler için söylenen bir deyim.

İvil ivil işlemek; Ev işlerini maharetle gören genç kızlar için kullanılan bir deyim.

Katön etmek: Önüne katıp kovalamak.

Kepenekle ürküt, çomakla say.Niteliksiz çokluk /çoğunluk ifade eden bir deyimdir.

Kılığına bakmayıp Hasan Dağına oduna gitmek: Üstesinde gelemeyeceği bir işe sarılmak.

Kovaşır etmek
: Kovmak, kovalamak.

Köpek döğenlik etmek; Eleştirilen bir kimsenin leyhinde konuşmak, arka çıkmak.

Köpek osurdukça yalan söylemek: Yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenler için kullanılır..

Kopçak çalmak: Olmayacak bir şeyin peşinde koşmak

Kara çalmak: İftira atmak

Kazan asmak; (çamaşır yıkamak amacıyla) Su ısıtmak amacıyla kazanı ateşe koymak.

Lafından sıtarasız; Konuşmasıyla etrafındakileri rahatsız eden kimse.

Lök gibi: Ağır,heybetli. Lök, heybetli erkek develere verilen isimdir. Lök gibi oturmak deyimi halen kullanılmaktadır.

Mani mani oynatmak: Davranışlarıyla ebeveynine nazlanan çocuk.

Mah gibi bakmak; Bön bön bakmak.

Maskara etmek; Rezil rüsva etmek.Sözlük anlamı "hile, aldatma, düzen" olan bu sözcük Çardak ağzında, revaçta olan bir şeyi kötülemek amacıyla kullanılır. Tilkinin erişemediği salkıma ham demesi gibi.

Mekr atmak: kötülemek, küçümsemek..

Mehel görmek: Layık görmek.., yaraşır..

Mahmutgazide sığır güdüp Esebeyde hak toplamak: Hak ettiği ücretini başka kişilerden veya başka yerlerde aramak.

Muhal dâve; Boş uğraş. Sonuç alınamayacak bir işle meşgul olmak

Muhal sürmek; Sonuç alınamayacak bir iddiayı sürdürmek.

Nuh eşşeği: Çalışmaktan başka bir şey düşünmeyen kimseler için söylenen bir deyimdir.

Ocağa aş vurmak; "Kazan asmak" deyiminde olduğu gibi burada da yemek yapmak için tencereyi ateşe / ocağa koymayı ifade eder.

O değerlikten (deerlikten) gelmek; Yapılmaması gereken bir hareketi yapıp yapmamış gibi davranmak. Saman altından su yürütmek.

Oğul uşak bit yavşak: Cümbür cemaat deyiminin Çardak ağzında biraz hafife alınmış ifadesi.

Onmadık gevurun eşeği meyhaneye sapar.. İşlerin yolunda gitmediğini ifade eden bir deyimdir.

Osurağı cinili: Sinirli, asabi.

O zamanın behrinde: O günün şartlarında.

Öğünme çörtük, seni de gördük.

Örü hayvanı: Yavaş hareket eden, vurdum duymaz, hiçbir şeyi umursamayan kişiler için kullanılan bir deyimdir. “Örü” sözcüğü Arapça otlar anlamındaki “er’a” kelimesinden gelmiş olmalıdır. Buradan hareketle, örü hayvanı deyiminin mera’da yani otlakta yayılan hayvan anlamı çıkarılabilir.

Yurt Ansiklopedisine göre “örü” şap madeni demektir. Örü hayvanı da, maden ocağından şap cevheri çıkaran hayvan, bir diğer deyişle eşek olmalıdır. Maden ocağından cevher çıkaran hayvanın yavaşlığına bakarak yavaş hareket eden insanlara da bu yakıştırma yapılmış olsa gerektir.

Pine vermek: 1. Bir kişinin başına gelen kötü bir olaya sevinmek. 2. Ayıplamak, kınamak.

Püsen püsen kar yağması: Karın lapa lapa yağması anlamında kullanılır.

Sakala göre tarak vurmak..Damara göre şerbet vermek.

Sarı gülün yaprağı, gelin kaynananın toprağı...

Seyriyip gelmek (Seeriip gelmek); Aniden çıkagelmek 

Sıvağını çalmak; 
Kabahatini örtme çabası.
Silik üz (silik yüz): Hakaret amaçlı kullanılan bu deyimin anlamını tespit edemedik. "Karaktersiz / kişiliksiz" gibi bir anlam taşıyor olması da mümkündür.

Siyim siyim ağlamak; sessizce göz yaşı dökmek.

Sendür sündür yürümek; Bir hastalıktan veya sarhoşluktan dolayı düşecekmiş gibi yürümek.

Sol Durmak: Bir kişiye karşı soğuk ve ilgisiz davranmak.

Soma sığırı: Örü hayvan ile hemen hemen aynı anlamı taşıyan hakaret ifadesidir. Deyimin aslının Soma sığırı değil de “su sığırı” yani manda olması da pek muhtemeldir.

Siyim siyim ağlamak: Sessizce, gözyaşı dökmek, sessizce ağlamak.

Sıvağını çalmak: Arka çıkmak, kollamak, birisini kusurlarını örterek övmek.

Takadan almak..Aniden etrafın sarılması.

Tavşanı dağa ağdırıp ardından tazı çullamak. Tavşana kaç, tazıya tut.

Tek durmak. Yaramazlık yapmamak, uslu durmak. (Çocuklar için kullanılır)...

Tek duranın teknesi yarılmaz; Uslu duranın başı ağrımaz.

Tingeden düşmek: bir söze veya bir harekete aniden, beklenmeyecek bir şekilde tepki vermek.

Top dövmek:; Birisine arka çıkmak.

Topa dikmek..Hedefe almak.

Tun tun itmek..Bir daha dönmemek üzere evini / yurdunu terk etmek

Ulitgin (ulu yitkin) etmek; Kaybetmek. Bu deyimin Onikiimamcı şiâ'nın "Gaybubet- i Kübra" kavramı ile bir ilgisi var mıdır bilmiyoruz. Ancak Çardak ağzında böyle bir deyimin olması bize oldukça ilginç geldi.

Yanazına çekmek : Bir sözü kasıtlı olarak ters anlamak veya ters yorumlamak.

Yer yaz olmak; Yaşanılan ortamın (evin) darmadağınık olması hali.

Yeraar: "Yere gir" şeklindeki bedduanın Çardak ağzındaki telaffuzu

12 Aralık 2010 Pazar

ÇARDAK TÜRKMENLERİNİN KULLANDIKLARI, ÖZEL SÖZCÜK VE DEYİMLER.

Genel Türkçe sözlükte yer alsa da, Çardak halkının eskiden veya halen seyrek olarak kullanmakta olduğu bazı özel sözcük ve deyimleri de, unutulmamaları için burada kaydetmeyi uygun gördük

Bu kelime ve deyimler, çocukluğumuzdan beri zihnimizde yer eden, Çardak dışında pek duymadığımız, ama yüzde yüz Türkçe olan yerel kelimelerdir. Eş anlamlıları, Anadolu’nun diğer şive ve ağızlarında elbette bulunmaktadır.

Acışmak: İmrenmek, kıskanmak.

Alayga: Kişiyi aşağılayıcı lakap. “Alayga asmak” şeklinde kullanılır.

Annaç: Bir şeyin karşısı. Örneğin “anacımda durma” deniliyorsa “ karşımda durma” demektir. Yer Tarif ederken, “ direğin annacında” deniliyorsa, “direğin karşısında” demektir.

Akıbat: Avukat.

Aralaş: Uzaklaş, defol..

Aruğru: Oh olsun!

Avırt: Yanak

Avayıt: Bir düğüne davetiye karşılığında götürülen para veya kap kacak şeklindeki hediye..

Azaysız: Kural tanımaz, deli dolu.

Birçek: Başın, öne yakın yan taraflarından aşağıya sarkan uzun saç. Bu kelime de kadın küfürlerinin ana malzemelerindendir. Kelime, Çardakta bugün pek kullanılmamakla birlikte Doğu Anadolu ve Azerbaycan ağızlarında hale kullanılmaktadır.

Buymak: Donma derecesinde üşümek,

Böğü: Zehirli örümcek.

Başdak: Bu kelimenin asıl anlamını şimdilik tesbit edemedik. Ancak olumsuzluk ifade eden "başdaksız" şeklinde günlük konuşmalarda kullanılmaktadır. Buradan hareketle kelimenin terbiyesiz, saygısız, küstah vb. anlamlar taşıdığı söylenebilir.

Başdil: Kara büyü. Nasıl yapıldığı ayrı bir otantik tetkik mevzuudur. Başdil ile, bir ailenin bireylerinin birbirlerine düşman haline getirilebileceği, kişiyi çaresiz derde düşürebileceği vb. etkileri olduğuna inanılır. Hiç kimse yapanı da yaptıranı da hoş karşılamaz, ama yapmaktan ve yaptırmaktan da asla geri durmazlar.

Boduç: Küçük su testisi.

Böörek: Böbrek.

Büğlü: Trompet. Pistonlu, nefesli bir müzik aleti. Çardak düğünlerinde klarnet ile birlikte kullanılmakta idi. Bu gün kullanılmıyor. Bu çalgıyı düğünlerde Avdanlı Osman Sarı çalardı.

Buy: Tek başına herhangi bir anlamı olmayan bu sözcük, kısa dua ve beddualarla birlikte kullanıldığında ifadeye içtenlik katar. Ör: “Buy yerler yesin”, veya; “buy kurban olum” gibi.

Bodiye: Okul önlüğü

Calacabbar: Bir işe şevkle sarılan, becerikli, çalışkan kimseleri nitelemek amacıyla kullanılan bir kelimedir.

Calba: Bir tür ada çayı. Kaynatılarak elde edilen suyu, özellikle hayvanların harici yaralarında mikrop öldürücü olarak kullanılır.

Cıdır: Yüzde sivilceden, ellerde ise soğuktan çatlama ile oluşan yaralar.

Cıbır: Maddi hiçbir şeyi olmayan, her şeyini kaybetmiş kişi.

Cığışdak: Sarı çiçekli, parlak yapraklı bir bitkinin adı..

Cımbıldak: 1. Sözünde durmayan, sözüne güvenilmeyen erkek. 2. Hareketleri dengesiz ve kadınsı erkek.

Cırbık: Yağmur altında sırılsıklam olmak. “Cırbığı çıkmak” şeklinde kullanılır.

Cırganak: Meyve veya sebzenin ezilerek çıkarılan suyu.

Cimcirmek: Çimdiklemek

Civ: Kir, pasak. Temiz ve tertipli olmayan kadınlar için “civli” şeklinde kullanılır.

Cöh: Eli açık, cömert. Zıt anlamlısı: "Deşci"

Cusut: Kurnaz, içten pazarlıklı..

Çaça: Kadın ile erkek arasında gayrı meşru ilişki için aracılık yapan kimse. Muhabbet tellalı.

Çalmak: Müzik aleti çalmak, hırsızlık yapmak gibi eylemleri ifade eden bu kelimenim yalnızca Çardak ağzında olmak üzere yüklendiği iki anlam daha vardır 1. Peynir, yoğurt gibi süt ürünlerini mayalamak anlamında “pendir çalmak, yoğurt çalmak”, 2. Yaraya merhem sürmek anlamında “melhem çalmak” tabirleri kullanılır.

Çeçeron veya çaçaron: Yaramaz, haylaz, kavgacı çocuk.

Çenet: İki bacak ile gövdenin birleştiği yer. “Çenedini ayırmak” iki bacağından tutup vücudu ikiye ayırmak anlamındadır.

Çelmik: Çeçin gözer ile elenmesinden sonra elekten geçmeyen ot, çöp, başaktan oluşan iri samana verilen ad. Çelmik, tekrar döven ile sürülür, çeç yapılarak savrulur. Çelmikten bu şekilde elde edilen arpa buğday, harmanda çalışan kadın ve çocukların hakkıdır. Bakkala verilir, karşılığında, lokum, bisküvi, şeker, çerez alınarak topluca yenir.

Çelen: Toprak örtülü binaların çatılarının en uç kısmı, saçak

Çiğin: Omuz

Çitim veya çirtim: Üzüm salkımından koparılan parça.

Çimişdekli: Henüz yetişme çağında olan neşeli ve hafifmeşrep tavırlı kız çocukları için kullanılan bir sıfat, Civelek.

Çimkeşmek: Vücutta bir yerin kaşınma hissi vermesi.

Çıngı: Kıvılcım

Çömçe: Büyük ağaç kepçe,

Daralemet: Alelacele...

Dayfalmak: Bayılmak, fenalık geçirmek..

Deşçi: Eli sıkı, cimri, nekes. Zıt anlamlısı: "Cöh"

Denelemek: Fazla miktarda arpa, buğday gibi tahıl yiyen küçükbaş hayvanlarda görülen bir sindirim rahatsızlığı.

Deezirmek: Deydirmek, dokundurmak...

Dırtlı: Dertli, hastalıklı..

Dincelmek: Dinlenmek, Yorgunluk atmak.

Dilbaşı: Dil üzerinde oluşan ağrılı kabarcıklar..

Duluk: Şakak. Başın alın ile kulaklar arasında kalan kısmı.

Dığan: Bakırdan yapılmış, iki kulplu, fazla derin olmayan, mutfak gereci. Genellikle süt pişirme işleminde kullanılır.

Düğlek : Küçük kavun.

Dümbürdüdük: 1. Herkesin aynı konuda dedikodu yapması. yaygın dedikodu. 2. Halkın diline düşmek. (Dümbürdüdük olmak şeklinde kullanılır.)

Ellik: Eldiven

Efreeç: Saç üzerinde yufka ekmek pişirmek için kullanılan nesne. Genel olarak çırasız çam tahtasından yapılır.

Enki: Elindeki, önündeki

Evelik: Efelek denilen yabani lahananın Çardak ağzındaki söyleniş biçimi.

Fıcıtmak: Sert şekilde fırlatıp atmak, yere çarpmak.

Fıdıdım: Hızlı hızlı yürümek..

Fıydırmak: Fırlatıp atmak.

Fınıkdırmak: Panikletmek, korkutup sindirmek.

Fışkı : Ahırın temizlendikten sonra, hayvanların ıslak veya rutubetli zeminle temas etmeden yatmaları için zemine yayılan çürük saman vb. şeyler.

Gah: İçinde yağmur suyu biriken taş veya kaya oyuğu. “Kak”

Gaysak: 1.Yara üzerinde oluşan kabuk. 2. Toprak üzerinde oluşan kabuk.

Gavırga: Kavrulmuş mısır, buğday.

Gapınmak: Para bulmak için çabalamak. "Gar gar gapınmak" şeklinde kullanılır.

Gavlamak: 1. Yara üzerinde oluşan kabuğun kendiliğinden kalkması. 2. Toprağın çatlaması.

Gav: 1. Kolay tutuşan bir mantar türü. Kibritin az bulunduğu zamanlarda ateş elde etmek için kullanılırdı. 2. Birinin aleyhinde yapılan dedikodunun ilgiliye duyurulması. ("Gav vermek" şeklinde kullanılır.)

Gede: 1.Yetim, babası ölmüş çocuk 2. Zavallı, fakir

Geez: Galiba, herhalde anlamlarında kullanılır.

Gezek: Meraya çıkarılan buzağı sürüsü.

Gılade: Ayar, duruş.. (Ör.:Gıladeyi bozmamak.)

Gemcinmek: Aşırı istek duymak.

Gırgı: Yakacak olarak kullanılan ince dal kırıkları,

Gicişmek: Kaşınmak. Özellikle alerjik kaşıntılar için kullanılır.

Gicirtgen: Isırgan otu. Yukarıda verdiğimiz “gicişmek” fiili ile “gicirtgen” Otunun ilgisi vardır.

Göbelek: Mantar

Göverti: Yeşillik, Sebze.

Gör: Mezar. Farsça mezar anlamındaki “gor” kelimesinin Çardak Ağzındaki söyleniş biçimidir. Çok para kazanma hırsı olanlar İçin “ görüne mi götürecek” denilerek eleştirilir. Ayrıca kadın. Küfürlerinin ana malzemeleridir. “ Babanın görüne….. “ gibi

Gözer: Genellikle büyükbaş hayvan derisinden yapılan, geniş gözenekli büyük elek. Çeç elemede kullanılır.

Gübür: Süprüntü, süpürgenin topladığı atıklar.

Gücene: 1. Çok gayret sarf ederek, zahmetle. 2. En sonunda.

Gücürgenmek: Bir işi isteksizce yapmak.

Güpürdüm: Koşuşdurmak.

Gudi: 1. Kısa boylu ve şişman kimseleri nitelemekte kullanılan bir deyim. 2. Yuvarlak bir taş ve bu taş ile oynanan bir çocuk oyununun adı.

Gubarmak: 1. Hindilerin kabarmasına verilen isim. 2. Gururla kasılmak.

Haranı: Kapaklı, büyük bakır tencere. Ekmek muhafazası için yakın zamanlara kadar kullanılmıştır.

Haşa: İçine un, buğday konulan çok büyük çuval. Genellikle tezgâhlarda koyun yünü veya keçi kılından dokunurdu.

Hayhırdım: 1.Haykırmak. 2. Bağırış, çağırış

Havıt: Hamut, Deve semeri.

Heng: Kavga, gürültü

Hırışmak: Bir işi yapmamakta direnmek, inat etmek..

Hızan: Çocuk. Çardak'taki yaygın kullanılış şekli çoluk çocuk, ailecek anlamında "hızancak"tır.

Hökütmek: Tartışma esnasında sert bir ses tonuyla rakibe çıkışmak, azarlamak...

Höykürmek: 1. Bağırarak abartılı bir şekilde ağlayıp sızlamak.2. Zikir ayinlerinde “hu” çekmek.
Ihı: Aha, işte (işaret zamiri)

“Ir”mak: Bu kelimenin akarsu, nehir anlamlarına gelmediğini göstermek için tırnak içinde verdik. “Ir”mak fiili, Çardak ağzında “yok etmek, ortadan kaldırmak anlamlarında, özellikle beddualarda kullanılan bir kelimedir. Ör; “Karaltıların ırılsın”, karaltılarını ırım” gibi.

Iskıtmak: Yalvartmak,

İlistir: Madeni süzgeç, mutfak gereci

İnnebide: Hünnap.

İtaa: Üzerine senit konarak yufka ekmeği yapılan yaygı. Genellikle yünden özel olarak dokunur, genç kızların çeyizlerine konurdu.

İlaan: “Leğen”in Çardak ağzında söylenişi. Bu leğen, Silindir şeklinde, 75, 80 cm. çapında ve 30 cm yüksekliğinde bakırdan yapılmıştır. Genellikle hamur yoğurmak için kullanılır.

Kargaşan: Toprak altında yetişen ve patates gibi yumru şeklinde büyüyen bir mantar türü

Kabayel: Lodos. Yağmur getiren nemli ve ılık rüzgar rüzgâr.

Karakavık: Yaprakları ve etli kök-gövdesi salata olarak yenen bir yabani bitki türü (Karakavuk)

Kartmak: Baştaki yaraların kabuğu. “Kel kartmaklı” şeklinde aşağılama amacıyla kullanılır.

Kéeri: Sonra, Bundan keeri: Bundan sonra.

Kelep: Yere parelel, yatay.

Kelik: Terlik.

Kelgem: Balgam.

Kemrişmek: Daha çok eşek ve atların birbirlerin tımar etmeleri.

Kıç: Bacak.

Kıypıtmak: sevmediği biri ile karşılaşmamak için yan yola sapmak.

Kıytarık: Aralık. Özellikle kapı için Kıytarık koymak şeklinde kullanılır.

Kopmak: Koşmak, seğirtmek.

Kova: Taban suyunun yakın olduğu yerlerde yetişen, ucu dikenli ve boru şeklinde yaprakları olan bir bitki türü. Toprak damların örtülmesinde, pardı ile örtü toprağının arasına konur. Bu suretle pardının toprakla temas ederek çürümesi önlenir.

Könçek: Don. (iç giysisi anlamında)

Köpürek: Köpük,

Kötev: İyi bir şey olmadığı beddualarda kullanılmasından anlaşılan bu kelimenin anlamını tesbit edemedik. Çardak ağzında “kötevler ye” şeklinde beddua kelimesi olarak halen kullanılmaktadır. dert, çor vb. anlamlar taşıdığı söylenebilir.

Kösdü: 1. Köstebek. 2. Vücutta kendiliğinden oluşan iltihaplı yaralar.

Kösevi: Bir tarafı yanmış köz halindeki odun.

Köşek: Deve yavrusu.

Kubuz: Palavra, yalan… “Kubuz atmak” şeklinde de kullanılır. Bu söz tafsilatlı yalan hikaye anlatan kimseleri en iyi niteleyen bir sözdür.

Kurşak: Kuşak kelimesinin Çardak ağzındaki söylenişi.

Kuyruklu: Akrep.

Lakgam: Ağız dolusu. Yalnızca tükrük ve sakız için kullanılır.

Lakafos: Güçten düşmüş,yaşlı, meceli kesilmiş..

Me: Al, buyur.

Mungur: Maşrapa. Bakırdan yapılmış büyük maşrapa.

Muzmar: Zarar veren, mazarrat

Muşuldamak: Büyükbaş hayvanlar gibi gürültülü solumak. Veya, büyükbaş hayvanların nefes alıp vermesi.

Oflağa: Oklavanın Çardak ağzında söyleniş biçimi.

Oksi: Yürü, anca gidersin anlamında kullanılır.

Öğrek: Kendi başına otlaması için meraya bırakılan at veya sığır sürüsü.

Öksemek: Özlemek

Paldın: Palan. (Ör: Eşeğini dövemeyen paldınını döver.)

Pardı: Toprak örtülü damlarda, çatı malzemesi olarak, balta ile uzunlamasına yarılmış ağaç malzeme.

Pıltike: 1. Kandırma amaçlı oyun, plan veya bu amaca yönelik eylemler, politika 2. Yaltaklanma.

Puntu: Zatürree.

Sinlembeç: Saklambaç oyunu

Savak: Kambur. Beli, hastalık veya kaza sonucu deformasyona Uğrayan kimseler için söylenir.

Sası: 1.Tatsız tuzsuz, yiyecek. 2. hoşa gitmeyen söz.

Salvar: Salya.

Salpanak: Hayvanların karın bölgesindeki gevşek dokulu eti.

Seklem: Yarım çuval. Veya kişinin bir torba içinde yüklenebileceği azami ağırlığı belirten bir ölçü.

Senit: Üzerinde oklava ile hamur açılan, genellikle çam ağacından yapılan malzeme.

Seme: Aptal, budala

Selek: Eli açık, cömert.

Senek: Çam ağacından yapılan büyük boy su testisi.

Siner: (nazal n ile) İç huzuru.

Sinçi:

Siret: Yüz.

Sinerlik (veya sinercelik): (nazal n ile) : İç huzuru, mutluluk.

Siftelemek: Mısır koçanlarını tanelerinden ayırmak.

Suçukmak: Mahcubiyet. Bir kabahatten dolayı mahcup olmak, utanmak.

Sıtara: Uğur, talih, vb. Farsça yıldız anlamına gelen “Sitare” sözcüğünden geldiğini sanıyoruz. Seyrek de olsa, Çardak ağzında kullanılan “yıldızım eğri” sözündeki “ yıldız” kelimesinin çağrıştıran bu kelime, “sıtarasız”, sıtaram yok” şekillerinde kullanılmaktadır.

Sinecen: (Nazal "n" ile)Beklenmedik bir zamanda saldıran. Bu kelime, genellikle saldıracağını belli etmeden aniden saldıran köpekler için kullanılır.

Sumsak: Yumruk.

Şilfot: Sevilen yiyecek.

Şirnimek: Sırnaşmak, sataşmak.

Şivşirtlemek: 1.Kışkırtmak. 2. Dolduruşa getirmek.

Şo: Biraz uzaktaki “şu” . Aslı, “Şu o” sözcüğü olabilir. Nesnenin, işaret edenden uzakta olması halinde kullanılan bir işaret zamiri.

Talvar: 1. Basit gölgelik, çardak. 2. Asma çubuklarını üzerinde taşıması için muhtelif ebatlarda direk ve sırıklarla yapılmış düzenek.

Tapçılamak: Küçük düşürmek

Tavsıma: Bir şeyin etkisini yavaş yavaş yitirmesi.

Tatavı: Boşa, boş yere..

Tekecen: Yaprakları salata olarak yenen yabani bir bitki.

Temree: Bir tür cilt hastalığı..

Teperemeden: Aniden, birden bire.

Teskermek: Kendisi için uygun görmediği bir şeyi başkalarına önermek.

Tıpırdamak: Tahta üzerinde ses çıkarmamaya çalışarak yavaşça yürümek.

Tıngı: Maşrapa. Tenekeden yapılmış küçük veya orta boy maşrapa.

Tingildemek: Koşma ile yürüme arasında hareket etme. Genel olarak köpek yürüyüşü kastedilir.

Tise: Cam bilye ve bu bilye ile oynanan çocuk oyununun adı.

Tohur: Damızlık hayvandan elde edilen döl, yavru.

Tomsuk: Tümsek, kabarık.

Toris: Kadınların kendi aralarında kullandıkları hakaret amaçlı bir sözcük. Etimolojik kökenini ve tam anlamını tespit edemedik. Rumcadan geçme bir kelime olması akla yakın geliyor. Ancak Çardak halkının tarihte, kelime alacak kadar Anadolu Rumları ile bir arada yaşamadığını biliyoruz. Hafif meşrep tavırlı kadınlar için kullanılan bir hakaret sözcüğüdür.

Tumaa: Nezle.

Tuman: Don (iç giysisi anlamında)

Uğra: Yufka açılırken hamurun senite yapışmaması için yufkaya ve senite serpilen una verilen isim.

Usukmak: Akıllanmak, uslanmak.

Urlungaç veya hurlungaç: salıncak.

Üleş: Türkçedeki genel anlamı “pay” olan bu sözcük, Çardak ağzında “leş" anlamında kullanılır. Sözcüğün aslı, Farsça “Lâşe” olup halk Türkçesinin genel kuralına uygun olarak “l” harfinin önüne “i, ü” sesleri getirilerek “üleş” şekline dönüşmüştür.

Ümzük: Çaydanlık, ibrik gibi gereçlerin küçük ağızları.

Yağırnı: Vücudun omuz ile bel arasında kalan bölümü.

Yağır: Vücuttan ter ile atılan yağ. Vücut kiri.

Yansılamak: Taklit etmek, karikatürize etmek.(nazal “n” harfi ile.)

Yalangasdan: Yalancıktan..

Yavsı: Genellikle küçükbaş hayvanlara musallat olan küçük bir kene türü.

Yelli: Benzer. Tek başına kullanılmaz, benzetilen nesnenin adı ile birlikte kullanılır. Ör: Kara burun sıpa yelli, zeytin sırığı yelli vb.

Yeri: “Buy” kelimesi için söylenenler bu kelime için de geçerlidir. Ör: “Yeri garaltıların ırılsın”, veya “yeri kurbanlar olum” gibi.

Yıvıtmak: Saçmalamak.

Yoylu: Yaramaz, afacan...

Yönet: Doğru. Ters kelimesinin karşıtı.

Yurgu: Toprak örtülü damlarda toprağı sıkıştırmak amacıyla kullanılan silindir şeklinde taş. Loğ taşı

Zırapaça: 1. Güçlü, kuvvetli. 2. Baldırıçıplak.

LAKAPLAR;

İsmail Hakkı SAYIN

Lakaplar da bir topluluğun belirgin kültür ürünlerindendir. Lakap olarak seçilen sözcükler, cemiyetin o kişi hakkındaki beğeni ve eleştiri gibi yargılarını ifade etmesinin yanında, kişinin tavır ve davranışlarının da alaylı bir biçimde isimlendirilmesidir. Zaten lakabı kalıcı kılan da onun alaycı yanıdır.

Lakap, kişinin hoşuna gitse de gitmese de artık onun ikinci veya zamanla birinci ismi haline gelir ve kişi gıyabında hep lakabıyla anılır. Bundan kurtuluş yoktur. “Yiğit lakabıyla anılır” sözü, her halde bu kişileri teselli etmek için uydurulmuş olsa gerektir.

Lakabın nasıl uydurulduğu ve cemiyet tarafından nasıl benimsendiği ayrı bir tetkik mevzuudur. Ancak, lakap için seçilen sözcüklerin, kişilerin hal ve tavırları ile fiziki ve ruhsal durumlarına uyduğunu söyleyebiliriz. Lakap için seçilen sözcüklerin, bazı ahvalde anlamları da yoktur. Seçilen sözcüğün ahengi ile kişinin tavır ve davranışlarının uyuşması, cemiyet tarafından benimsenmesi için yeterlidir.

Bir kimseye durup dururken lakap takılmaz. Kişi lakabını, tavır ve davranışları ile farkında olmadan hak eder. Bize göre, bir kişiye lakap takılmasının muhtelif sebepleri veya teşvik edici unsurları vardır ki, şöyle sıralanabilir;

a. Aynı isimdeki kişileri yekdiğerinden ayırmak maksadıyla lakap takılır. Örneğin iki Ali’den birinin diğerine göre belirgin özelliği uygun bir sözcükle onun lakabı olur. Ör; Kel Ali, Kör Ali, Uzun Ali gibi.

b. Kişi toplum hafızasından uzun süre silinmeyecek bir olayın kahramanı ise, her zaman o olayı hatırlatacak uygun bir sözcük, lakap olarak uydurulup benimsenir. “Çanlı, tilki oynatan, ayıcı”vb.
c. Kişilerin fiziki ve ruhsal kusurları ile tikleri, kekeme veya peltek konuşma gibi kusurları da lakap konusudur. Ör: dandın, kıp kıp, deli, peltek vb.

d. Kişinin işi ve mesleği de onun toplumda tanınmasına vesile olan unsurlardan olduğundan, yaptığı iş veya mesleğin ismi, lakap için uygun sözcüklerdir. Ancak, söz konusu iş veya mesleğin köyde, kasabada tek kişi tarafından yapılması veya o iş ve meslekte kişinin kıdemli olması gerekir.

e. Ten ve göz renkleri de lakap olarak benimsenir. ( Alegöz, Kara Ali. Hisliboz vb.)

f. Kişinin şehirli ağzı ile kibar konuşma tutkusu da alay konusu olduğundan bu kişilere de, bu tutkuları ile mütenasip lakaplar takılır. Takılan lakaplar, kişilerin hoş karşılayacağı hafif eleştiri tarzında olabileceği gibi, alay edici, küçük düşürücü de olabilir.

Şimdi, Lakap olarak uydurulan kelimelerin bir anlam taşıma mecburiyetinin olmadığını hatırlatarak Çardak’ta tesbit edebildiğimiz bazı orijinal lakapları, bunları taşıyan kişilerin isimlerini belirtmeden verelim.

Kındıncı. Kelime olarak “kındın işi yapan kimse” anlamına geliyor, ancak kındın ne demektir, onu tesbit edemedik. Bu sözcük, Türk Dil Kurumu sözlüğünde de yer almıyor. Bu lakabı taşıyan kişinin çok eskiden, Pazar yerlerinde şans ve talih oyunları oynanan bir aletle para karşılığı küçük oyunlar oynattığını büyüklerimizden duyduk. Buna bakarak “kındın” kelimesinin “şans ve talih” oyunları oynanan, bakara benzeri basit bir kumar aleti olduğu söylenebilir.

Gücük. Bu kelime, “küçük” kelimesinin Çardak ağzında söyleniş biçimidir. Ufak tefek kimselerin genel lakabıdır.

Harlaklı..

Kabak. Lakap olarak kullanılan bu sözcüğün, kabak bitkisi ile hiç bir ilgisi yoktur. Bilindiği gibi, koyun, keçi gibi hayvanların boynuzsuz olanları, “kabak” kelimesi ile sıfatlandırılır. Bu kelimenin lakap olarak kullanılmasının sebebi şu olmalıdır; Düşük kadınlarla düşüp kalkan, bu işleri yaparken de yediği dayak yüzünden kafasını gözünü yardıran kimsenin, mecazi olarak boynuzunun kırılarak “boynuzsuz” kalmasından dolayı bu lakaba layık görüldüğü söylenebilir.

Esef. “Acımak” anlamına gelen Arapça “esef” sözcüğünün, lakap olarak kullanılan kelime ile ilgisi yoktur. Muhtemelen “İs’af” kelimesinin galat şekli olabilir. Bu sözcüğün ne anlama geldiğini tesbit edemedik.

Nefera. Nefer sözcüğünün sözlük anlamı “er, kimse”dir. Nefer sözcüğünün sonundaki “a” sesinin uzatılarak telaffuz edilişine bakarak kelime aslının Nefer Ağa olduğu söylenebilir. Ancak lakabı taşıyan kişinin mecazen dahi olsa ağalıkla ilgisinin bulunması düşünülemez. Sonuç olarak “nefera” kelimesinin herhengi bir anlam taşımayan orijinal bir lakap kelimesi olduğu söylenebilir.
Neferne. Nefer kelimesini yukarıda irdelemiştik. Neferne’nin Çardak ağzındaki anlamı; asma çubuklarını uçlarında sonradan oluşan küçük üzüm salkımlarıdır. Bu üzüm salkımları bağ bozumundan sonra olgunlaşır ve sofralık olarak tüketilir. Neferne, Nefera lakaplı kişinin karısının lakabıdır.

Ermanı. Ermeni sözcüğünün Çardak ağzındaki söyleniş biçimidir. Asi, uyumsuz ve kavgacı kişilerin genel lakabıdır.

Düdük. Gırtlak kelimesi, Çardak ağzında “düdük" olarak da adlandırılır. Gırtlak yapısı dışarıdan belirgin bir şekilde görünen kimselerin lakabıdır.

Pat bıçak...

Dıngalak. Ahenk bakımından “dangalak” kelimesini çağrıştırsa da, gerçek anlamını tesbit edemedik. Kelime sözlüklerde de yer almamaktadır.

Bebiri. Kelimenin kökenini de, sözlük anlamını da tesbit edemedik. Lakabı taşıyan kişiyi, gençliğinde ne yaptığını bilmemekle birlikte, son zamanlarında gayet mazbut ve düzgün bir kişi olarak hatırlıyoruz.

Kıni. Kelimenin herhangi bir anlamı yoktur. Lakabı taşıyan kişinin belirgin bir özelliği de yoktur. Ancak bu lakapla anılırdı.

Dandın. Kişinin konuşma biçimine göre uydurulmuş bir lakap sözcüğüdür. Kelimenin sözlük anlamı yoktur.

Sulur. Lakap olduğunu sandığımız bu kelimenin, Denizli köylerinde erkek ismi olarak kullanıldığını gördük. Sözlük anlamı olmayan bu kelimenin, 24 oğuz boyundan birinin adı olan “salur “ kelimesinin galat şekli olduğu söylenebilir.

Barbı. Türkçede anlamı olmayan bir sözcük. Rumcadaki “barba” kelimesini çağrıştırsa da, lakabı taşıyan kişi açısından bakıldığında hiçbir anlamı yoktur.

Manik. Ermeni ismini çağrıştıran bu kelimenin Türk Dil Kurumu sölüklerine göre anlamı "kedi"dir. Sözlüğe göre bu söcük Malatya ve Gaziantep dolaylarından derlenmiştir.Ancak bu sözcüğün Çardak'ta "kedi" anlamına geldiğini kimse bilmez, ama bu sülalenin bir diğer lakabı da "kedi"dir. Bu lakapla anılan kimsenin oldukça şişman, nüktedan ve hoş sohbet bir kişi olduğu söylenir. Nükteleri, yaşılar arasında bugün dahi anlatılır.

Çötemen. Herhangi bir anlamı yoktur.

Geçotur. Sığıntı.. Daha doğru bir ifade ile, babasının evinden bohçasını alıp sevdiğinin evine gelen gelinin, damadın akrabalarının gözündeki durumunu anlatan bir sözdür. Erkekler için kullanıldığında, iç güveyisi gibi bir anlam ifade eder.

Tıngır. Türkçe sözlükte bölgelere çok çeşitli anlamı tespit edilen bu kelimenin Çardak'ta "parasız züğürt" anlamını taşıdığını herhalde bilen yoktur. Bu kelime bir kişiye takılan lakap olarak yaşamaktadır. Bu lakabı taşıyan kişi çok yıllar önce öldüğünden, maddi durumu ile ilgili olarak bir şey söylemek mümkün değildir.

Anafor.

Ulama. Çardak’ta lakap olarak kullanılan bu kelimenin, Azerbaycan Türkleri arasında isim olarak kullanıldığı görülüyor. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan Türk İran savaşlarına İran ordusu saflarına “Ulama Han” adıyla katılan kişinin daha sonra Osmanlı’ya iltica ederek,“Ulama Paşa” olarak bu defa İran ordusuna karşı savaştığını tarihler yazmaktadır.

Tokur.

Kötü. Kirmen ile yün eğiren, elde şiş ile çorap ören kısaca kadın işi yapan erkeklere takılan alaylı lakap. Antalya yöresinde bulunan bazı yörük aşiretlerinde bu işleri yapan erkeklere bu gün dahi rastlanmaktadır. Bu lakap ile anılan kişinin aslen Isparta köylüklerinden olduğunu belirtelim.

Hisliboz. Lakabı taşıyan kişinin ten rengi için uydurulan bir lakaptır. “İs” kelimesinin Çardak ağzı ile söyleniş biçimi “his” dir. “His”in duman lekesi olduğuna bakılarak “hisli boz” kelimesinin “açık duman rengi” olduğu düşünülebilir.

Çeçir.

Çavgın.

Çapar.

Çemmen.

Üfürük,

Cıbbak,

Hopan. Çardak’ta lakap olarak kullanılan bu kelime, Denizli köylüklerinde kadın ismi olarak kullanılmaktadır. Farsça “huban” kelimesinden geldiği söylenebilir..

Fasıdık.

Fatalak.

Civirti. Çok ve lüzumsuz konuşan kadınlar için lakap olarak uydurulan bir kelimedir.

Fişdir.

Höndür : Uzun anlamında Azerbaycan Türkçesinde halen kullanılan bu sözcük, Çardak’ta asıl anlamı unutulmuş olsa da lakap olarak yaşamaktadır.

Lamtır: Kaba ve nobran konuşan iri yapılı bir kadın için uygun görülen bir lakaptır.

Ücelen.

Kuşdir.

Zorboyun.

KINAMA, ELEŞTİRİ VE ALAYGALAR

İsmail Hakkı SAYIN

Toplum kişilerin her hareketini izler, değerlendirir. Genel ahlak kurallarına uymayan söz ve davranışlar kınanır, eleştirilir. Kınama ve eleştiri için seçilen kelimeler, beğenilmeyen tutum ve davranışların kısa, özlü ve alaylı ifadeleridir.

Alaygalar, kimsenin zarar görmediği, ancak toplumun yadırgadığı tavır, davranış ve anatomi bozukluklarının kısa ve özlü ifadeleridir.

Aile içerisinde büyüğünün sözlerini dinlemeyen, aile içinde uyumlu tavır ve davranış sergilemeyen kimselerin bu tavır ve davranışları da aile fertlerince eleştiri konusu haline getirilir. Bu kişiler, aile büyüğünün “alnının ala yamalığıdır”, örüm örüm örnektir. Duygusuz, vurdumduymaz kişiler, “örü hayvanı”dır, “soma sığırıdır”.

Aileler arasındaki eleştiri ve alaygalar, genellikle kadınlar arasındaki kavgalarda da konu edilir.

Kirli, pasaklı ve bitlerle sorunu olan bir aileye, rakibi komşu kadının şu yakıştırması unutulacak gibi değildir. “ Biti bite çatıp (bağlayıp), başına da bir çoban tutup trene bindirenler!” Bu aile elbette bit besiciliğiyle iştigal etmemektedir. Ancak, rakibin bu “özlü” yakıştırması, sözü edilen aileye doğrudan “bitli” demekten çok daha etkili olmuştur.

Çocukluğumuzda, bir kadın kavgasında şahit olduğumuz bir diğer benzetme de şudur; bu kavganın taraflarından biri olan hanımın yüzünde, sivilceler biraz fazla iz bırakmıştır.. Bu durum rakibin dikkatinden kaçmamış ve hemen yakıştırmayı o anda patlatmıştır; “ çul üstüne oturmuş ..öt yüzlü..” Bu ifadelerden dolayı okuyucunun affına sığınıyoruz.

Çardak, sözlü kültürünün bir parçası olan alayga ve benzetmelere örnek teşkil etmek üzere bazı örnekler vermeyi uygun gördük.

Alnımın ala yamalığı…

Ad alıp da sofra salmıyan...

Ad batırıp yurt yitiren

Baştaksız...

Şahıkırık...

İp yumaaa başlı da yeralma çotağı gıçlı (genellikle küçük zayıf çocuklara söylenir...)

Irzı kırık...

Örüm örüm örnek.. ( orijinal ve yadırganan davranışları olan kimseler için kullanılır.)

Örü hayvanı ( “Örü” kelimesi, Arapça “Er’a”, yani otlak kelimesinin galat şeklidir. Karnını doyurmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen, çevresiyle ilgilenmeyen ve biraz da saf olan kimselere bu yakıştırma yapılır.)

Soma sığırı (manda, camız anlamında kullanılmış olsa gerek.“ örü hayvanı” için yapılan değerlendirme bu ifade için de geçerlidir.)

Erkek deve yürüyüşlü..

Ellere benzemedik sıtarasız

Eli yüzü yunmadık, sıtarasız..

Gön deliği gözlü (yüzlerine nisbetle gözleri küçük kimseler için kullanılır.)

Kara burun sıpa yelli ( Kara burunlu eşekler su içerken, sudaki akislerinden ürker ve rahat su içemezler. Ürkek ve tedirgin davranışlı kimselere bu yakıştırma yapılır. “ yelli” kelimesi Çardak ağzında halen “gibi”, “benzeyen” anlamlarında kullanılmaktadır.)

Haşa karın.. ( Haşa, içine un, buğday konulan çok büyük çuvallardır. Bu benzetme çok şişman kimseler için yapılır.)

Ağaç kıç. ( “ Kıç” Çardak ağzında bacak anlamında kullanılır ki, bugün Azeri şivesinde de aynı anlamda kullanılmaktadır. Ağaç kıç, takma bacaklı kimselerin umumi lakabıdır.)

Aşağı yemlikten yem yememek. kibirli, kendini bir şey sayan.

Semer büzzük.. ( kibar söylenişiyle baseni büyük kimselere yapılan benzetmelerdir.)

Ad batırıp yurt itiren.. ( soylu ailelerin hayırsız, kötü ve mirasyedi fertleri için kullanılır.)

Dil otu yemiş olmak; çok geveze,

Çul üstüne oturmuş g.. üzlü..

Kelep ayak..

Gıldır gıç...

Tomsuk yüz...

Sifli...

Sanraalı...

Sifli; uyuşuk...

Azaysız...

TABULAR, BOŞ İNANÇLAR (HURAFELER)

İsmail Hakkı SAYIN

Çardak halkı arasında tesbit edebildiğimiz hurafeler, genel olarak, Anadolu’nun diğer bölgele-rinde görülenlerden farklı değildir. Konuya bu açıdan bakıldığında, anonim olduğu söylenebilir.

Tabu, daha yerel bir ifade ile günah sayılan bir şeyin yapılması halinde “cinlerin erişeceğine” inanılır. Cinlerin erişmesi mahalli bir ifadedir ki, cin çarpması anlamına gelir. Cin çarpması ge-nellikle, cin çarpan kişinin ağzının yüzünün eğilmesi, elinin ayağının tutmaması, ruhsal bozukluk geçirmesi, sürekli baş ağrısı ve daha başka şekillerde tezahür edebilir.

Cinler daha çok şu tabuları işleyen kimseleri çarpar.

a. Ocakta yanan ateşin üzerine su serpmek veya ateşi su ile söndürmek günahtır. İnanışa göre ateş, cinlerin mekanı olduğundan kendilerine bu şekilde zarar veren kimseye “erişirler.”

b. Gece tırnak kesilmez. ( Bu işin cinleri neden rahatsız ettiğini anlayamadık. Herhalde eskiden geceleri yeterli ışık sağlanamadığı için tırnak yerine insanların kendilerini kesmelerini önlemek için uydurulmuş bir tabu olsa gerek diye düşünüyoruz.)

c. Kesilen tırnak, vücuttan düşen kıl ortada bırakılmaz, yakılır veya el ayak altında olmayacak ve kimsenin görmeyeceği bir yere bırakılarak zamanla çürümeye terk edilir. Bu tabunun sebebinin, saçların ve tırnakların kullanılarak kara büyü, yani yerel ifade ile “başdil” yapılarak bu artıkların sahibine zarar verileceği yönündeki boş inanç olduğu anlaşılıyor.

d. Gece aynaya bakılmaz. Gece aynaya bakanın gurbete gideceğine inanılır. (Otuz yılımızın gurbette geçtiğine bakılırsa, küçükken geceleri aynaya biraz fazla bakmışız!?)

e. Eşikte oturulmaz. Eşik kutsal addedilir. Cinlerin en çok bulundukları yerlerden birisi de kapı eşikleridir. Dolayısıyla eşikte oturana cinler “erişir”.

f. Yeni doğan çocuğun göbek bağı cami avlusuna gömülürse, çocuğun dindar olacağına inanılır.

g. Yere düşen bir kimse “euzü besmele” çekerse cinler ona erişmez. Zira düşülen yerde bir cin topluluğunun olması ihtimali her zaman vardır. Özellikle su yolakları potansiyel tehlike arz eder. Bu yüzden “yerlerin karış karış sahibi var” denilmiştir.

h. Kırkı çıkmayan çocuğun çamaşırı güneş battıktan sonra dışarıda bırakılmaz. ( Buna bir yorum getiremedik.)

ı. “Kurt ağzı bağlama” büyüsü yapılırsa, ormanda kaybolan hayvana kurtlar zarar vermez

Bizim tesbit edebildiğimiz tabular bunlar. Elbette sayıyı ve çeşidi artırmak mümkündür. Bizim yukarıda verdiklerimiz örnekleme kabilinden sayılmalıdır.

Cin çarpmasının tedavisi, cinler ile muhaberatta bulunduğuna inanılan ve kendilerine “ hoca” dedirten, kerameti kendinden menkul kişilerin hastaya, genellikle okuyup üflemeleri, okunmuş su içirmeleri ve yaptıkları hamaillerin (muskaların) sürekli taşınması ile mümkün olmaktadır.

i. Yalan yere yemin eden, veya bir işi yapmayacağına dair yemin ederek, sonradan yeminini bozan kimsenin, veya yeminin edildiği mekanın sahibinin başına türlü felaketler geleceğine inanılır. Yeminin bozulmasından sonra kişinin başına gelen fenalıklar daima yeminin bozulması ile ilişkilendirilir. Buna “yemin düşmesi” denir. Yemin bozulursa kefaret vermek gerekir. Bu, bir yoksula sadaka vermek şeklinde olabildiği gibi, muhtaçların doyurulması şeklinde de olabilir. Bu takdirde yemeğe gelenlere münasip bir miktar para, “diş kirası” olarak verilir. Bu pek yaygın bir gelenek olmamakla birlikte çocukluğumuzda şahit olduğumuz bir hadise idi ki, zikretmeden geçemedik.

DUALAR, BEDDUALAR…..

İsmail Hakkı SAYIN

“Dua, insanın kendisi ile içinde yaşadığı cemiyetin maddi refah ve manevi saadetine yardım ve merhametini istemek üzere Tanrı’ya yaptığı bir hitap, bir sesleniştir.

Beddua ise, duanın aksi ve zıddı olan lanet, bela, inkisar ve gazap ifade eden manevi sözlerdir. “

Dua ve bedduayı, Prof. Doktor Şükrü ELÇİN, “ Halk Edebiyatına Giriş” isimli kitabında böyle tarif ediyor.

Bir toplulukta dua ve beddualar, genel olarak kalıplaşmış kısa söz ve ifadelerle yapılır. Kuşkusuz dua da, bedduada özeldir. Kalıplaşmış sözlerin dışında, dua ve bedduaları özel ve güzel kılan, bunları söyleyenin edebi kabiliyet ve ferasetidir. Biz, Çardakta sık duyduğumuz bazı kalıplaşmış dua ve beddua örneklerinden bazılarının örnekleme kabilinden vereceğiz.




Kısa dualar;



Yazın ağ gelsin… ( Bekâr kız ve delikanlılara özellikle yaşlı kadınların yaptıkları dualardan)

Ağ başlı gelin ol… ( Bekâr genç kızlar için gelinlik giy anlamında.)

Ağ başlı gelinler al.. ( Gelinlik giymiş güzel gelin al anlamında.)

Bir oğlun bin olsun

Kum diye avuçladığın altın olsun

Ömürlerin uzun olsun

Ömrün uzun, düğünün güzün olsun.

Ocağına buğdaylar dolsun




Kısa beddualar



Margatlarını itirim. ( Margat; merkat, mezar. İtirmek; yitirmek anlamında..)

Garaltıların ırılsın...( Garaltı; karaltı, görüntü yani vücut. Irılsın; herhalde bu da kaybolsun anlamında kullanılıyor.)

Ulu yollara git ( öbür dünyaya git, yani öl..)

Çenelerini çekim, çenelerin çekilsin...

Dedemden/babamdan ötelere git ( dede veya baba ölmüşse, onun yanına git, yani, öl demek.)

Soyhalara gal ( soyha kelimesi hep kullanırlar da kimse ne anlama geldiğini bilmez. Anlamı: ölünün üzerinden çıkarılan giysidir.)

Alıcılar ye.. ( alıcı, can alan dert, yani hastalık kasd edilmiş olsa gerek.)

Can dertleri ye..

Garatavınlar ye.. ( Bu “garatavın” ın da ne anlama geldiğini de bilen yok. Ancak Arapça Taun, yani veba, kara veba hastalığı kastedilmiş olabilir.)

Geri Artlarına kalsın.. (mirasçılarına kalsın anlamında)

Mürtler olsun… ( kişileri hedef almayan, olumsuz bir durum, hastalık vs. karşısında söylenir.) “Mürd” , (ölsün, gebersin) anlamında Farsça bir sözcük olduğuna göre hayırlı bir ifade değil.)

Gözlerine miller dolsun.. ( iki anlamdan söz etmek mümkündür. Birincisi, Selin getirdiği birikinti çamur, Çardak ağzında “mil” olarak adlandırıldığından, seni sel alsın, gözlerine çamur dolsun anlamı çıkarılabildiği gibi, ikinci anlam olarak da, eskiden ceza olarak gözleri kör etmekte kulanılan alete “mil” denildiğinden, “gözün kör olsun” anlamı da çıkarılabilir.

Ocağına gumlar dolsun.. ( Evini sel alsın anlamında)

Yurtların dağılsın.

Yeraar ( işte Çardak ağzı orijinal bir söz. Yere gir, öl anlamında kullanılır.)

Kötevler ye… ( Bu “kötev”in ne anlama geldiğini kimse bilmiyor. Ama sıkça kullanılan beddualardan biridir.)

Yedi imamlara gal …( Buna da hiçbir yorum getiremedik.Ancak batini mezheplerden 7 imamcılara nisbet edildiği akla geliyor.)

Ocağın sönsün.. ( soyun kurusun, soyun kesilsin anlamında..)

(Y)üzünü yuyucu, sırtını soyucu görsün..

Hayalların kesilsin...

Hotum hotum hortla da gabir gabir atla.

Dedem beri de sen ötelere git.

Gayıp örennerine garış..

Ak kapılara git....

Arkan üstü gel....

Kafaların küllere gelsin...

Ulu yolun kör dibine git...

Yeri anan baban nurda da sen tuz göllerinde yat....

Çardak ağzında, dua ve beddualarda kullanılan çoğul eki, ifadeye samimiyet ve içtenlik katmak için kullanılmaktadır.

14 Mart 2010 Pazar

Kısa Tarihleri ve Kökenleriyle
ÇARDAK TÜRKMENLERİ
.


İsmail Hakkı SAYIN, 13.03.2010

Çardak halkı, kendilerini “Türkmen” olarak nitelerler. Nedeni sorulduğunda, etnisitenin en belirleyici özelliği olan dillerini (şivelerini) gösterirler. Konuştukları şivenin Hambat ovasındaki diğer köy ve kasaba halklarının şivelerinden farklı olduğunu, bunu da kendilerinin Türkmen olduklarının delili sayarlar.

Gerçekten de Çardak Türkmenlerinin konuştukları şive incelendiğinde, bu şivenin yalnız Hambat ovasında değil, Denizli ilinin diğer yerleşim birimlerinde konuşulan çeşitli şivelerin hiç birine benzemediği görülür. Çardak şivesi bilimsel olarak incelenmemiş olmasına rağmen, bünyesinde barındırdığı özellikler (fiil çekimleri, kelimelerdeki harf değişimleri, vurgular ve sadece Çardak ağzında var olan kelimeler vb.) bakımından Doğu ve Güneydoğu Anadolu şivelerine gösterdiği yakınlık dikkati çekecek derecede belirgindir.

Bu yakınlık bizi, Çardak Türkmenlerinin kökenini Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da aramaya itti. Burada ilgimizi, 17 nci yüzyıla kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun en büyük konargöçer topluluklarından olan Diyarbakır Türkmenleri, diğer bir deyişle Bozulus çekti.

1. Diyarbakır Türkmenleri (Veya Bozulus)

Diyarbakır Türkmenlerinden bahs etmeden önce Türk, Türkmen ve Yörük kelimelerinin menşeinden bahsetmek yerinde olacaktır.

Bilindiği üzere Oğuz Türkleri arasında 10 ncu yüzyıldan itibaren yayılmaya başlayan İslamiyet, 11 nci yüzyılda Oğuzların ezici bir çoğunluğunun dini haline gelmiştir. İşte bu yüzyıldan itibaren Türk olmayan kavimler Müslüman Oğuz Türklerini Müslüman olmayanlardan ayırmak için onlara “Türkmen” adını vermiş ve bu isim daha sonra Oğuz Türklerince de benimsenerek Oğuz isminin yerine geçmiştir.

Türkmen kelimesinin Farsça “Türk manend” yani “Türk’e benzer” kelimesinden türediğini, “manend” kelimesindeki “end” ekinin zamanla düşerek “Türkmen” şeklinde Türkçeleştiğini ileri süren tarihçiler de vardır.

“16 ncı yüzyıla kadar Türkmen kelimesi ile vasıflandırılan başlıca iller (kavimler); Halep Türkmenleri, Dulgadırlı Türkmenleri, Diyarbekir Türkmenleri ile Bozok (Yozgat ve civarı) sancağında yaşayan oymaklar idi. Türkmen adı daha sonraları yalnızca Diyarbekir Türkmenleri ile Halep Türkmenlerine münhasır kaldı. Bu iki teşekkülden 17 nci yüzyılda batı ve güney Anadolu’ya gelenlere de Türkmen denilmiş, iskân edildikleri köy ve kasabalar da günümüze kadar bu isimle vasıflandırılmışlardır. Dolayısıyla batı ve güney Anadolu’daki boş alanlara ve terk edilmiş köylere yerleştirilen ve bugün dahi “Türkmen” olarak vasıflandırılan köyler ve kasabalar halklarının Diyarbakır ve Halep Türkmenlerinin torunları olduğunu söylemekte hata yoktur. Bu gün orta ve Batı Anadolu’da bazı yerlerde yan yana Türk, Yörük ve Türkmen köylerini görmek mümkündür. Bunun izahı şudur: Türk adıyla vasıflanan köyler, o bölge veya yörenin Selçuklular ve beylikler devrinden beri yerleşmiş en eski Türk halkına ait olanlardır. Yörük adıyla vasıflanan köyler, oralarda 17 nci yüzyıldan önce yaşayan ve son asırlarda yerleşen yörüklerin kurdukları köylerdir. Türkmen köyleri ise 17 nci yüzyıldan itibaren Orta ve sonra Batı Anadolu ile Marmara bölgesine göç etmiş ve son asırlarda oralarda yerleşmiş Bozulus, Halep Türkmenleri ve Yeni-İl’e mensup oymaklar tarafından meydana getirilmiş olanlardır.”

Bu ifadeler Prof. Dr. Faruk Sümer’in "Oğuzlar" isimli kitabından alınmıştır.

Bu konuda faydalandığımız bir diğer eser de Tufan Gündüz’ün “XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Danişmentli Türkmenleri” adlı eseridir. Buna göre; Kızılırmak yayından güneye doğru çekilecek bir çizginin batısında kalan bölgede yaşayanlar yörük, Belirtilen çizginin doğusunda kalanlar ise Türkmen diye adlandırılmıştır ki, her iki yorum da tarihi hakikatleri ifade etmektedir.


1071 yılında yapılan ve zaferle sonuçlanan Malazgirt savaşından sonra Anadolu’ya akan Türkmen kabilelerinin bir kısmı Anadolu içlerine doğru yayılırken bir kısmı da Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun ova ve yaylalarını kendi hayat tarzına uygun görüp buralarda yurt tuttu. Sonraki yüzyıllar boyunca ve özellikle Moğol akınlarının önünden kaçarak Orta Asya ve Horasanı terk eden diğer Türkmen aşiretlerinin de katılımı ile Diyarbekir Türkmenlerinin nüfusları arttı. Bu suretle bulundukları bölgede önemli bir askeri güç kazanan Türkmenler, Akkoyunlu Devletinin kuruluşuna büyük ölçüde katılarak destek verdiler. Esas itibariyle bir Türkmen devleti olan Akkoyunlu devleti (ki Uzun Hasan Bey Oğuzların Bayındır boyundan olduğunu ileri sürerek Oğuz Han’ın torunu olmakla övünüyordu) güçlerini, kendilerine tabi olan Türkmenlerden alıyorlardı ki, bunların en önemlisi Diyarbekir Türkmenleri idi.

Akkoyunlu devletinin 1502 yılında yıkılışını müteakip, Diyarbekir Türkmenlerine mensup Pürnek ve Musullu gibi bazı aşiretler Azerbaycan’a göçerek Safevi Hükümdarlarının hizmetine girdiler ve varlıklarını günümüze kadar sürdürdüler.

Diyarbekir Türkmenlerinin yaşadığı bölgelerin Osmanlı egemenliğine girdiği 16 ncı yüzyılın ilk yarılarında devlet, birbirleri ile sürekli mücadele halinde olan Türkmen ve Kürt aşiretlerini ayrı ayrı teşkilatlandırarak başlarına birer yönetici (kethüda) atamak suretiyle asayişi sağlama yoluna gitti. Böylece Diyarbekir Türkmenleri “Bozulus”, Kürt aşiretleri de “Karaulus” olarak anılmaya başlandı. ( Prof. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi.)

Diyarbekir Türkmenleri yahut yeni adıyla Bozulus göçebe bir hayat sürmekte idi. Yazın Erzurum ve Erzincan taraflarına yaylaya çıkar, kışın ise Diyarbakır ve Mardin’in güneyinden Kerkük sancağına kadar olan bölgede kışlardı. 16 ncı yüzyılda Bozulus’a mensup oymakların sahip olduğu koyun sayısının 2 milyon civarında olduğu bildiriliyor. ( Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar.) Bu rakama, keçi, sığır, deve, at gibi hayvanların da ilave edilmesiyle muazzam boyutlarda hayvancılık yapıldığı görülür. Bu büyüklükte yapılan hayvancılığın eti, sütü, derisi, yağı, yapağısı ile Osmanlı ekonomisine ne denli büyüklükte katkı sağladığı açıktır. 17 nci yüzyıl başlarında Bozulus’a mensup oymakların nüfusunun 100 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Bu kadar kalabalık bir nüfus ve muazzam miktarlardaki hayvan sayısı ve bunlara ilaveten kışlaklardan yaylaya gidiş gelişlerde ödenen toprakbastı, yayla ve mera ücretlerinin sürekli artışı, yol üzerindeki yerleşiklerle sürekli mücadele gibi nedenler, Bozulus’a mensup oymakları yeni otlaklar aramaya itti. Bozulus böylece 1613 yılında Doğu ve Güneydoğu’daki otlak ve yaylarını terk ederek orta Anadolu’ya geldi.

Bu herc ü mercte 17 nci yüzyıl boyunca devam eden Celali isyanlarının etkilerini de göz ardı etmemek lazımdır. (Bu arada, dönemin meşhur Celali reislerinden "Katırcıoğlu"nun da Erle, (bugünkü adıyla Yeşilova kazası köylerinden olduğunu parantez içerisinde belirtelim.)
Bozulus’un Orta Anadolu’ya gelişi ile bu bölgede huzursuzluklar da başladı. Bölgenin tarıma dayalı ekonomisi mahvoldu. Köylüler köylerini terk ettiler. Büyük kargaşa çıktı. Devlet müdahale etmesine rağmen huzursuzlukları önleyemedi, Bozulus’u asıl yurdu olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gönderemedi. Bu huzursuzluklar yaklaşık seksen sene boyunca devam ederek “Mecburi İskân” siyasetinin uygulanmaya başlandığı tarih olan 1691 (hicri 1105) yılına gelindi.

Bozulus’a mensup oymaklar;

Bozulus kendi içinde de üç kola ayrılmıştı. Bunlar; Diyarbekir Türkmenleri, Şam Türkmenleri ve Dulgadırlı Türkmenleridir.

Diyarbekir kolunda; Tabanlı, Oğulbeyli, Hamzahacılı, İzzeddinhacılı, Süleymanhacılı, Şeyhli, Salarlı, Çavundur, Dodurga, Karkın, Avşar, Alpagut, Pürnek ve Musullu, Danişmentli.

Şam kolunda; Şambayadı, Köpekli Avşarı, Harbendeli ve birkaç Beğdili oymağı.

Dulgadırlı kolunda; Cerit, Sultanhacılı, Dokuz, Kavurgalı, Akçalı, Mamalı, Küşne, Kızılkocalı, Avşar, Eymür ve Şam Bayadı gibi oymaklar mevcut idi.

2. Halep Türkmenleri;

Bu Türkmen teşekkülü de Bozulus gibi Malazgirt savaşını takip eden yıllarda Anadolu’ya gelmiş ve nüfusu Moğol istilalarından kaçarak Anadolu’ya gelen diğer Türkmen oymaklarının katılımıyla artmıştı.

Halep Türkmenleri, kış aylarını Halep ve çevresinde, yaz aylarını ise genellikle Uzunyayla’da ve Sivas’ın güneyindeki yaylalarda geçirirlerdi. Halep Türkmenleri 17 nci yüzyıl ortalarından itibaren belli yörelerde iskâna zorlandılar. Dulgadırlı oymağından bazı oymaklarla birlikte Bozok sancağına yerleştirildiler. Sivas’ın güneyine yerleşenler de “Yeni-İl”i oluşturdular. Bu nedenle onlara “Yeni-il Türkmenleri” adı verildi.

Halep Türkmenleri, Hama ve Humus arasındaki boş yerlere yerleştirildi. Fakat bir bölümü çeşitli nedenlerle Anadolu içlerine kaçtılar. Büyük bir bölümü ise 1691 yılında Belih ırmağının Akçakale ile Rakka arasında kalan kıyılarına ve Urfa’nın doğusuna yerleştirildi. Ancak yine de bu grubun büyük bir çoğunluğu çeşitli sebeplerle eski yurtlarına döndüler.

Halep Türkmenleri başlıca; Beğdili, Harbendeli, Bayat, İnallı, Köpekli Avşarı, Gündüzlü Avşarı, Karkın, Kızık, Acarlı, Kaçılı, Peçenek, Döğer, Kınık, Eymür, Bahadırlı ve Karakoyunlu oymaklardan oluşmakta idi.

3. Dulgadırlı Türkmenleri;

Dulgadırlı Ulusu olarak da anılan bu teşekkül Maraş, Elbistan ve eskiden Kars olarak da bilinen Adana’nın Kadirli ilçesi ile Kozan bölgelerinde, Kuzeyde de Bozok sancağı ile Sivas eyaletlerini kapsayan geniş bir alan içerisinde yurt tutmuşlardı. 16 ncı yüzyılda Ankara’dan Şam’a kadar olan bölgede bulunuyorlardı. Bozulus ve Yeni-İl teşekkülleri içerisinde de bu teşekküle mensup oymaklar bulunmakta idi.


Mecburi İskânı Hazırlayan Sebepler;

16 ncı yüzyılın sonlarından başlayıp 17 ve 18 nci yüzyıllarda da devam eden iç isyanlar uzun harp yıllarının bir neticesi idi. Bu harplerin maliyeti, halkın ödeme gücünü aşan vergilerle karşılanmaya çalışılmıştır. Gerek yüksek vergilerden ve gerekse eşkıya ve devlet görevlilerinin baskısından bunalan köylü, ekip biçtiği yerleri terk ederek geçimini başka yerlerde, başka işlerde aramıştır. Ayrıca köylünün toprağını terk ederek “çift bozan” durumuna düşmesine, göçebe toplulukların ekili araziye büyük oranda zarar vermelerinin de rolünün olduğunu belirtmek gerekir.

Köylünün toprağını terk etmesi, ekonomisi tarıma dayalı olan devletin tarımdan aldığı vergi gelirlerinin de düşmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, hem çiftçiye zarar veren unsurların ortadan kaldırılması, hem terk edilen köylerin yeniden iskân edilerek “şenlendirilmesi” ve hem de o güne kadar tarıma açılmamış olan boş alanların da tarıma açılarak, tarımdan elde edilen vergi gelirlerinin artırılmasını sağlamak amacıyla göçebe ve konar göçer toplulukların mecburi iskâna tabi tutulmaları kararlaştırıldı ve 1691 (hicri 1105) yılında çıkarılan bir ferman ile bu kararın uygulanmasına başlandı.

1613 yılında asıl yurdundan göçerek Orta Anadolu’ya gelen Bozulus burada üç büyük kola ayrılmıştı. Birinci kol, Ankara’nın güneyi ile Eskişehir-Emirdağ, Bala kazası, Koçhisar, Kırşehir ve kısmen de Nevşehir civarında yaşamaya başlayan ve Tabanlu aşiretinin başat durumda olmasından dolayı da “Tabanlu Mukataası” olarak da adlandırılan kol idi. Bu kol, genel olarak adı geçen yerlerde iskâna tabi tutulmuştur.

İkinci kol ise Akşehir ve Ilgın civarında yaşayan ve “Danişmendlü” aşiretinin başat durumda olduğu kol idi. Bu kol Sandıklı, Çölabat ( bugün Dinar ilçesine bağlı Haydarlı kasabası), Geyikler (bugünkü Dinar ilçesi), Şeyhlü (bugün Çivril ilçesine bağlı Işıklı kasabası), Erle (bugünkü Yeşilova ilçesi ve Hambat ovasının bir kısmını içine alan bölge), Baklan ve Dazkırı kazaları dâhilindeki terk edilmiş köylere ve boş alanlara iskân edilmiştir.

Üçüncü kol, Batı Anadolu’da Aydın, Manisa Kütahya ve Balıkesir illerinde yaşamakta iken bu bölgelerde iskân edildiler.

Asıl konumuz Bozulus’un ikinci kolu olan Danişmendlü teşekkülüdür. Bir oymaklar federasyonu halindeki bu Türkmen Teşekkülü, yoğun olarak Sandıklı, Dinar ve Çölabat kazaları dâhilinde iskân edilmişti ve Çardak yahut Hambat Türkmenlerinin ataları da bu teşekküle mensup oymaklarda yaşamakta idiler.

Danişmentli Aşiretinin İskânı.

Danişmentli Türkmenlerine hangi tarihte kaza statüsü verildiği bilinmemekle beraber, bu statünün 17 nci yüzyıl ortalarında mecburi iskândan önce verildiği sanılıyor. Danişmentli kazasının Rum Evi ve Aydın Evi olmak üzere iki gruba bölündüğünü, ancak bu bölünmemin ne suretle gerçekleştiğinin belli olmadığını Turan Gündüz adı geçen eserinde belirtiyor.

Danişmentli aşiretini oluşturan oymaklar:

1. Rum-evi: Deliler, Sıddıklı, Şerefli, Savcılı, Bekdikli, Karacakürd, Kurutlu, Tur Hasanlı, Küşne, Kütüklü, Selmanlı, Hasanlı, Kesten, İcikli, Yeğen Alili, Kara İnebeğli, Âlemli, Sarılı, Kiçili Karamanlı, Çumdan, Pekmezli Avşarı, Şarklı Avşarı, Köseli Avşarı, Faideli Avşarı, Sarsal, Kozculu, Kabaklı Ceridi, Yahşiganlı, Şatırlı Avşarı.

2. Aydın-evi: Kaşıkçı, Bıçakçı, Cevanşir, Cevanşir Cihanşahlı, Kürd Mihmadlı, Karamanlı, Karalı, Sermayeli, Gölegir, Kürdenküre,

“Anlaşıldığı kadarı ile Aydın Evi Danişmentlileri Mecburi iskândan önce eski yurtlarını terk ederek Afyondan Aydına kadar uzanan yaylalara gitmişler ve onları geri döndürmek mümkün olmamıştır.” “ Danişmentli Türkmenlerinin Aksaray-Kırşehir arasında bulunan yaylak-kışlak sahalarını ne zaman terk ettiklerine dair açık bir bilgi bulunmamakla birlikte onların 1691 yılından birkaç yıl evvel Aydın, Beyşehri, Soma, Dazkırı, Geyikler kazalarında bulunan yaylaklara geldikleri anlaşılmaktadır.” ( Turan Gündüz. Age. s. 51, 131)

Danişmentli aşiretine tabi oymak ve cemaatlerin iskânına 1691 yılında başlandı. Yoğun olarak Çölabat, Geyikler, Sandıklı kazaları dâhilinde, kısmen de Dazkırı, Baklan, Erle, Şeyhli, Uluborlu ve Keçiborlu kazaları dâhilinde iskân edildiler. Anılan bölgelerde iskân edilen göçebe ve konargöçer oymak ve cemaatler arasında kadimden beri bu bölgede göçebe hayat tarzlarını devam ettiren yörük aşiretlerinin de bulunduğu görülüyor. Mecburi iskâna tabi tutulan Danişmentli Türkmenlerinden bir kısım oymakların, öncelikle mera ve mera yetersizliklerini gerekçe göstererek iskân edildikleri köyleri terk ederek göçebe hayata döndükleri, bulundukları bölgelerdeki çiftçilere ve ekili arazilere büyük zararlar verdikleri bildiriliyor. Devletin zamanında ve akıllıca aldığı tedbirlerle sözü edilen cemaatler genellikle tekrar eski köylerine iskân edildiler. Bu olaylar 1701 ve 1703 yıllarında vuku bulmuştur.

Mecburi iskânı kabul etmeyen oymak ve cemaatler cezalandırılırken iskâna istekli olanlar ise istedikleri mahallere iskân edilme, belirli sürelerde vergi muafiyeti tanıma gibi özendirici tedbirlerle ödüllendirilmişlerdir. İskânı kabul etmeyerek çevrede “zulüm ve teaddi”de bulunan cemaatlerin veya huzursuzluk çıkaran kişilerin cezaları ise, aileleri ile birlikte, yaşamanın çok daha zor ve meşakkatli olduğu Rakka’ya sürgün edilmeleri şeklinde olmaktadır. Nitekim Çölabat Kazasında iskân edilen ünlü Kitişoğlu ailesi Rakka’ya sürgün edilerek orada iskâna tabi tutulmuşlardı.

Danişmentli aşireti içerisindeki oymak ve cemaatlerin yukarıda sayılan kazalar dâhilinde hangi mahallere iskân edildiklerine dair yeterli bilgi Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatler”, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğunun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi”, ve Turan Gündüz’ün “XVII ve XVIII yüzyıllarda Danişmentli Türkmenleri” isimli eserlerinde mevcuttur. Esasen bizim de yukarıda verdiğimiz bilgiler, bu eserler ile Prof. Dr. Fuad Köprülü’nün “Oğuzlar” isimli eserlerinden derlenmiştir..

Çardak Türkmenlerinin Kökeni.


Danişmentli teşekkülünün ağırlıklı olarak Sandıklı, Dinar, Dazkırı, Erle, Çölabad (Çölabat kazasının merkezi bugünkü Haydarlı kasabasıdır) kazalarında mecburi iskâna tabi tutulduklarını yukarıda yazmıştık. Şimdi mesele, Çardak Türkmenlerinin bu teşekküle tabi hangi oymak, cemaat veya mahalleye mensup olduklarının tespitidir. Biz, aile büyüklerimizden bu konu ile ilgili hiçbir bilgi edinemedik. Veya eskilerden bize intikal etmiş her hangi bir rivayet yoktur. Yukarıda zaman zaman ismini zikrettiğimiz kaynaklarda da açık bir bilgiye ulaşamadık. Şöyle ki;

1. Fuat Köprülü’nün “Oğuzlar” isimli eserinde verdiği bilgiler kısıtlıdır. Esasen eserin amacı da, hangi oymağın nereye yerleştiği ile ilgili değildir.

2. Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” isimli eseri bu konuya hasredilmiş olmasına rağmen, 970 sayfalık eserin içerisinde, Çardak, Hanabat gibi herhangi bir yerleşim yerinin ismi geçmemektedir. Sadece “Çardak Yörükanı”, “Çardaklı” gibi cemaat isimleri geçmektedir. Bunlardan Çardak Yörükanı’nın Yörükan taifesinden olduğu ve Hamit Sancağına tabi “Irla” (Erle?) kazasına iskân edildiği, Çardaklu cemaatinin ise Türkmen taifesinden olduğu ve Kütahya Sancağına tabi Tavşanlı kazası ile Kerkük Sancağı, Dimetoka ve Niğde sancaklarına iskân edildikleri kayıtlıdır. Bahsedilen Çardaklı cemaatinin Türkmen taifesinden olmasına rağmen, Çardak Türkmenlerinin hafızasında Tavşanlı kazası ile ilgili her hangi bir hatıra yoktur. Buna rağmen aile büyüklerinden bize intikal eden rivayetlerde, ısrarla, Çölovasında, o zamanki adıyla Beyköy, şimdiki adıyla Uluköy’den Hambat ovasına gelindiğinden bahsedilmektedir. Ayrıca, Çardak Türkmenlerinin gerek fizyolojik görünümleri, gerekse an’ane, giyim kuşam ve şive benzerliklerinin Uluköy halkıyla dikkate değer ölçüde benzerlikler gösterdiğini de zikr etmek gerekir. Çardaklı Yörükanı’na gelince, bugünkü adı Yeşilova ilçesi olan Irla “Erle?” kazasında Çardak veya Çardacık denilen bir köyün bulunması meseleye açıklık getirmektedir.

3. Bugün Yeşilova ilçesi sınırları içerisinde bulunan Çardak köyünü kuran Çardak Yörükanının, bir müddet Hambat kırında iskan olundukları ve bir zaman sonra o günün şartları içerisinde analşılabilecek bir sebeple,Yeşilova ilçesi sınırları içerisindeki yeni yerleşim yerlerine göç ettikleri veya mecburi iskana tabi tutuldukları ve bu yeni yerleşim yerlerine de cemaat isimlerini (Çardak) verdikleri söylenebilir. Bugün Hambat kırında Çardak ilçesi olarak anılan eski Çardak köyünün ise, Çardak Yörükanı ismine izafeten aynı isimle anılmaya devam edildiğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim bu kanaatimizi destekleyen kalıntılar da Hanbat ovasının muhtelif yerlerinde mevcuttur. (Bağyeri olarak anılan mevkiide bir zamanlar bağların mevcut olduğunu, buradan da asma yaprağı topladıklarını Babaanneme atfen annemden ve ailenin diğer yaşlı fertlerinden dinlemiştim. Ayrıca, Çırçırlı Kuyu adıyla anılan yerde de oranın eski bir yerleşim yeri olduğuna delalet eden muhtelif kalıntıların bugün dahi görülmesi bu kanaatimizi destekler mahiyettedir.)

4. Çardak Yörükanının Hanbat kırından göçmesinden veya göçürülmesinden sonra bu bölgenin bir müddet harap ve boş kalmış olması kuvvetle muhtemeldir. Hicri 1105 ( miladi 1691) tarihli mecburi iskân fermanının amaçlarından biri de harap ve hali (boş) köylerin tekrar iskân edilerek şenlendirilmesi olduğuna göre, bazı cemaatlerin Hanbat kırında muhtelif yerlere yerleştirildikleri anlaşılmaktadır.

Çardak Türkmenlerinin tarihini araştırmaya 1701 ile 1750 yılları arasında cereyan eden hadiseleri irdeleyerek başlamakta yarar vardır.

Mecburi İskân Fermanının Uygulanması;

Hicri 1105 tarihli Mecburi İskân fermanının çıkması ile Bozulusun bir kanadını temsil eden "Danişmentli" teşekkülünün, Afyonkarahisar sancağının Sandıklı, Çölabat (bugünkü Haydarlı kasabası), Geyikler (bugünkü Dinar ilçesi), Dazkırı kazaları, Denizli Sancağının Honaz, Baklan ve Şeyhlü (bugün Çivril ilçesine bağlı Işıklı kasabası) kazaları ile Hamit Sancağının Irla "Erle" (bugünkü Yeşilova ilçesi) kazalarına iskan edilmesine başlanmıştır. Bu iskana karşı çıkan aşiretler, devlet güçleri ile çatışmaya girmekten de çekinmemişlerdir. Mera ve yaylak yetersizliklerini öne sürerek, zaman zaman da iskân edildikleri mahalleri terk ederek eski yaşamlarına dönmek isteyenlere karşı zor kullanılmış, bugün Suriye sınırları içerisinde bulunan Rakka'ya sürgünler yapılmıştır. Kendi istekleri ile iskân edilenlere ise ödül sayılabilecek, (iskân edilecekleri yeri kendilerinin seçmesi, vergi bağışıklığı gibi) özendirici tedbirler uygulanmıştır.

Bu konuda etraflı bilgi edinmek isteyenler, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun "XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi" adlı eseri ile Tufan Gündüz'ün "XVII ve XVIII. yüzyıllarda Danişmentli Türkmenleri" adlı eserlerini tetkik edebilirler. Ancak, Hanbat ovasına münhasır müstakil bir araştırma henüz yapılmamıştır. Adı geçen iki eserdeki Çardak ile ilgili bilgiler kısıtlı ve dağınıktır.

Çardak Türkmenleri'nin mensup oldukları cemaat ve bu cemaatin iskanı konusunda, çeşitli kaynaklardan derlediğimiz bilgileri küçük pasajlar halinde verelim.

Tufan Gündüz'ün adı geçen eserinden;

* Sayfa 104, ikinci paragraf; "Karalı cemaati Danişmentli aşiretlerinin bölünmesinden sonra Aydın evi grubu içinde yer almıştı. Onların 1692 yılında Hamid Livasında Urla (Erle) nahiyesine bağlı Çardak, Yenice, Engerek köylerine iskan olunmaları emr olundu.İskan mahallini terk etmemek üzere ellerinden hüccetler alındı. Fakat bazı aşiret mensuplarının iskana razı olmayarak başka mahallere gitmesi ve vergi vermeye yanaşmaması üzerine onların iskan mahallerine döndürülmeleri için tembihler yapıldı. Bu defa iskan oldukları köylerin havadar olmaması, kışları hayvanlarının büyük bölümünün kırılması, aşiret mensuplarının hastalıktan kurtulamaması gibi sebeplerden 1706 yılında köylerinin yerleri değiştirilerek Engerek ve Okçular mevziine iskan olundular."

Burdur'lu Avukat Hamit Kuzucu'nun bir araştırmasına göre, Erle kazasının merkezi, 18 nci yüzyıl başlarında bugünkü Beylerli köyü idi. Bu hususu doğru kabul edersek, Karalı cemaatinin Hambat ovasına yerleştiğini de kabul etmek gerekir. Yukarıdaki ifadede geçen Çardak köyünün, bugünkü Çardak ilçesini işaret ettiğini, Çardak halkının da Danişmentli teşekkülü içerisinde bulunan "Karalı Cemaati"ne mensup oldukları ihtiyatla söylenebilir. Yine, yukarıdaki ifade içerisinde geçen Yenice Köyü, bugün Dinar ilçesine bağlı Yenice köyüdür. Okçular köyü, aynı isimle varlığını bugün de sürdürürken Engerek köyünün yerini tesbit edemedik.. Muhtelemen yeni bir isimle varlığını sürdürmektedir.

* Sayfa133, birinci paragraf; " Öte yandan iskân hususunun kaçınılmaz bir son olduğunu gören bazı aşiretler Divan'a arzı hal göndererek yerleşmek için boş arazi talep etmeğe (576) ya da yerleşme mahalli seçmeye başladılar". ( Dipnot:576 "Mezburlar arz- ı hal idüb bundan akdem Ayasuluğ'a (bugün İzmir iline bağlı Selçuk İlçesi) ve Demirkapu'ya(?) iskânı ferman olup lakin zikr olunan yerler şen olup hali olmamağla Çölabad ve Pınarbaşı (bugün Keçiborlu ilçesine tabi) ve Yaddakalmaz ( ?)ve Akderbend ve Çardak nam mahaller Kadın Öyüğü'ne varınca hali olmağla ol taraflarda iskân itdirilmek babında emr- i şerif icra itmeleriyle mucibince emr- i şerif virildi. ")

İfadenin gelişinden, Divan'a arz- ı hal veren aşiretlerden biri de Karalu aşiretidir.

*Sayfa 136, ikinci paragraf. " Sermayeli aşiretinin bir kolu Kızılca Çamlık, Örme Kolancık, Küçük Kolancık, Kızıl Fakılı, Kara Kaşlı, Orta Kolancık köylerine iskan edilirken diğer bir kolu Karalı aşireti ile birlikte Yenice köyüne yerleştirildi. Sermayeli aşireti mensupları iskân mahallini bir müddet terk ettilerse de geri döndürüldüler. Karalı aşiretinin bazı kolları Engerek (Çölabad kazası dâhilinde), Çardak, Güllüce, Dutluca köylerine yerleştirildiler. Kaşıkçı cemaati ise İmanlı- i Kebir ve İmanlı- ı Sagir ve Ergenli köylerine iskân edildi. Bunların iskân mahallerini bir daha terk etmemeleri, "oba evleri"ni bir daha kurmamaları, Sarıkavak, Gedikler ve Demir Sinan gediklerini geçmemeleri tembih olunduğu gibi eskiden yayladıkları Komalar (Kumalar) yaylağına çıkmaları da yasaklandı."

İçişleri Bakanlığınca 1924 yılında yayınlanan "Son Teşkilat- ı Milliyede Köylerimizin Adları" adlı eserde Engerek köyünün adına rastlanmazken, Güllüce ve Yenice köyleri Dinar kazasına, Çardak, Dutluca ve Sarıkavak köyleri de Kocaoluk (Dazkırı) nahiyesine tabi olarak varlıklarını sürdürmekte idiler.

Bilindiği üzere eski Çardak köyü tarihi üç mahalleden kurulmuştur. Bunlar; Koltukculu, Musalı ve Cemallı mahalleleridir. Çardak köyünde iskan edildikleri yukarıdaki paragrafta bildirilen Karalı cemaatinin, bu mahallelerden birine yerleştirilmiş oldukları anlaşılıyor.

Yusuf Halaçoğlu'nun eserinden;

* Sayfa: 46, üçüncü paragraf; "Bir müddet önce Keçiborlu, Geyikli (Geyikler), Sandıklı ve Çölabad kazalarına tabi 42 sahipsiz harap köye yerleştirilen Danişmendlü Türkmenleri Cemaatlerinden Mevaşiler, Sermayelü, Karalar ve Horbendelü (Harmandalı) cemaatleri, iskânı kabul etmeyerek eşkiyeliğa başlamışlardı. Kanunsuz hareketlerinin önlenerek iskân mahallerine yerleştirilmeleri ve bir miktar nezre bağlanmaları münasip görülerek, 1701 yılında Hamid ve Karahisar mutasarrıflarına, Kütahya mollasına, Denizli, Geyikler, Kemer- i Hamid (Burhaniye), Urla (Erle ?), Dazkırı, Şeyhlü, Çarşanba Lazikiye, Uluborlu, Burdur, Homa, Çölabad, Uşak, Baklan, Sandıklu ve Honaz kadılarına ve Kütahya mütesellimine hükümler gönderilmiştir."

* Sayfa 67, birinci paragraf; "1719 yılında, Anadolu Valisi Vezir Ali Paşa tarafından iskan mahalleri olan Rakka'ya gönderilen Karaca Araplu cemaati ise, Kütahya eyaletinden geçerken, buraya bağlı Saruhan sancağı dahilindeki Mendehor kazası köylerinden olup, 30- 40 senedir boş ve harap bulunan köylere yerleşmek istemişlerdir. Bu istekleri kabul edilerek taş evler ve damlar yapıp, ziraatle uğraşmak üzere boş ve harap Sofular, Hacılar ve Kuleli-kışla köylerine iskan edilmişlerdir. 1720 yılında da Karahisar- ı Sahip livası kazalarından Karamuk'a tabi Dede-deresi karyesine ise, Kuşcu-beyli cematinden 60 hanenin yerleştirilmesi için teşebbüse geçilmiştir. Bu sebeple 3.000 kuruş da nezr tayin edilmiştir. Ancak bu çalışmaların başarılı olmadığı, mezkur cemaatin 1735 yıllarında Aydın sancağına yerleşmiş oldukları görülmektedir. Yine, 1720 yılında Kütahya livası kazalarından Dazkırı'ya bağlı Ketmenli (Ketmeli) köyüne, Tavşanlı ile Kayılı cemaatlerinden 30 hane iskan edilerek 1.000 kuruş da nezre bağlanmışlardır. Aynı cemaatlerden bir grup ise, Dazkırı'ya bağlı Bademli köyüne iskân edilmişlerdir."

* Sayfa: 80, ikinci paragraf; "1701 - 1702 yıllarında Keçiborlu, Sandıklı, Geyikler, Çölabad kazalarında 42 harap köye yerleştirilen Danişmendlü Türkmenlerinden Sermayelü, Karalu, Selmanlu- i kebir ve Selmanlu- i sagir ile Cevanşir cemaatlerinden bir kısmı, iskân mahallerini terk ederek çevre kazalarda gezip çeşitli zulm ve teaddide bulundukları için, 1703 tarihinde Anadolu Valisine, eski yerlerine yerleştirilmeleri hususunda emir verilmiştir. Buna rağmen eski yerlerine nakledilemeyen bu cemaatler için,1703 yılında Anadolu Valisine ve Danişmentli Türkmenlerinin iskân olundukları kaza kadılarına yeniden birer hüküm gönderilmiştir. Bunun üzerine Karalu ve Kaşıkçı cemaatlerinden Haşimlü (Haşimi) mahallesi ahalisi, eskiden olduğu gibi Sandıklı kazasına tabi Merkepci karyesine; İshaklı, Koçbeli ve Karalu Mahallesi ahalisi Yamanlu (Yamanlar) karyesine; Cevanşir cemaatinden Çörekli mahallesi ahalisi Çölabad kazasına tabi Ayaklı karyesine; Ocaklı mahallesi ahalisi Şeyh-kadın ile Tokmaklı karyelerine; Hacılu mahallesi ahalisi, Haydarlu, Okcular, Babalar ve Kadılar karyelerine; Göle-gir cemaati ahalisi Sandıklı kazasına tabi Çavuş-beyli ve Kazgan-pınarı (Kazan-pınarı) köylerine, aynı cemaatten bir mikdarı Urla (Erle) kazasına tabi Okcular karyesine; Selmanlu-i sağir cemaatinden Ali Kethüda mahallesi ahalisi, Pınar-başı ve Kulu-köy karyelerine, Hacı-kasım oğlu Kara Bayram mahallesi ahalisi Mayalu karyesine; Selmanlu-i Kebir'e tabi Köse Musa, Pekmezlüsü (?) ve Kara-halil oğulları, Sandıklı kazasına tabi Kötü-ağıl karyesine; Selmanlu-i kebir cemaati, Geyikler kazasına tabi Yorgalar, bir miktarı Dombay, Akca-köy, Yüreğil ve Alaca-atlu karyelerine, bir miktarı da Gökçelü, Yarımca ve Eski-köy karyelerine yerleştirilmişlerdir. Mezkur cemaatin Fakihli mahallesi ahalisi Engürük karyesine, Güllüce mahallesi ahalisi 20 neferden fazla olmamak üzere, Yenice karyesine iskan ve Sermayelü cemaatinden Sermayelü mahallesi ile Zebellü ahalisi, Urla (Erle) ve Baklan kazalarına tabi Haydar-baba karyesine, Ali-kurd ve Seyyidli mahalleleri ahalisi Orta-kuluncak (?) karyesine; Cihanşah mahallesi ahalisi Kadın-öyüğü karyesine, Tatarlu ve Halaçlu mahallesi ahalisi Karakaşlı-uzun karyesine iskan olunarak obalarını bir daha kurmamayı taahhüd etmişlerdir. Buna rağmen 1708 yılında mezkur cemaatlerden bazılarının yerlerini yeniden terkettiklerini görmekteyiz."

Bu ifadelerden kanaatimizce şu neticeyi çıkarabiliriz: 1720' li yıllara kadar "harap ve hali" bulunan Hanbat kırına Sermayeli ve Karalı cemaatlerinden koparılan birkaç hane ile Çardak köyü iskan edilmiştir. Dolayısıyla, Çardak'ın, Koltukculu, Cemallı ve Musalı olmak üzere üç tarihi mahalleden meydana geldiğini hesaba kattığımızda, Çardak köyünün, Sermayeli ve Karalı isimli Türkmen aşiretleri mensuplarınca kurulduğunu düşünmekte bu açıdan bir hata yoktur. Aile büyüklerinden bize nakledilen rivayetlere göre ise, Çardak köyünün ilk sakinleri olan atalarımız, 1105 hicri yılında Çölovası'ndaki Beyköy'e (bugün Dinar ilçesine tabi Uluköy) iskan edilmiş, bilahare Hanbat ovasına gelerek burayı yurt tutmuşlardır. Bugünkü Çardak halkı, bu üç mahallede ikamet eden ve birbirleriyle akrabalık bağı olmadığına inandığımız birkaç kök aileden türemiştir. Bu durum da, bizim bu yöndeki kanaatimizi destekler mahiyettedir.

Çölovasından Hambat ovasına iskanın tarihi kesin olarak bilinemese de, bu konuda yürütülebilecek gerçeğe en yakın tahmin 1750 li yıllar olmalıdır. Mecburi iskanın başladığı 1691 yılı ile 1750 li yıllar arasında geçen zaman zarfında muhtelif yerlere iskan olunduğu, ancak iskan yerlerinin elverişsizliği veya bilemediğimiz diğer bazı sebepler yüzünden bu yerlerin terk edildiği tahmin olunabilir. Çardak halkının hafızasında bu döneme ait herhangi bir hatıra yoktur. Akıllarda kalan, hicri 1105 (miladi 1691 yılı) yılında göçebelikten yerleşik düzene geçildiğidir. Bunun öncesine dair her hangi bir hatıra müşterek hafızada yer tutmamıştır.

Hambat ovasına iskân için neden 1750 li yıllar tahmininde bulunduk? Buna şöyle bir yorum getirebiliriz. Topaloğulları sülalesi içinde nesilden nesile aktarılan rivayetlere göre, bu sülalenin adı bilinen ilk atası Ali Mirza isimli bir şahıstır. Bu şahsın, sonradan "Topal" lakabını alacak olan Mehmet isimli bir oğlu vardır. Mehmet'in oğlu Hacı İsmail Ağadır. Bunun vefat tarihi, mezar taşındaki kayda göre miladi 1872 yılıdır. Buradan geriye doğru Hacı İsmail Ağa'ya,-çocuklarının yaşlarını da göz önünde bulundurarak- bir yaşam süresi tahmininde bulunursak, doğum tarihi kanaatimizce, 1790 - 1800 yılları içerisinde olmalıdır. Çünkü Hacı İsmail Ağanın en büyük oğlu olan Ali Ağa, kendisinden üç yıl önce (1869 yılı) bir kaza sonucu vefat etmiştir. Ali Ağa'nın iki çocuğu vardır ve bunlardan Hüseyin Ağa, en küçük amcası Küçük Hacı Mehmet'ten yaklaşık 10 veya 11 yaş büyüktür. Küçük Hacı Mehmet’in doğum tarihi, resmi kayıtlara göre 1861 yılıdır. Buradan hareketle Ali Ağa'nın doğum tarihi 1820 veya 1825 yılları olarak tahmin olunabilir.

1815 veya 1820 li yıllarda Hacı İsmail Ağa'nın 25 veya 30'lu yaşlarda olduğunu söylemek hata sayılmaz. Yani Hacı İsmail Ağa'nın doğum tarihi gerçeğe yakın bir tahminle, 1795 yılı olmalıdır. Aynı metotla hareket ederek Topal Mehmet'in doğum tarihini, 1760 -1770 yılları, Ali Mirza'nın da 1730 veya 1740 lı yıllar olduğunu tahminen söyleyebiliriz.

Çardak köyünün üç tarihi mahalleden meydana geldiğini yukarıda belirtmiştik. Bunların ilki ve en büyüğü, Koltukculu mahallesidir ki, Çardak köyünün merkez mahallesidir. O günkü idari sisteme göre köy ağasının ikamet ettiği mahalledir. Rivayetlere bakılırsa Çardak'ta ilk yerleşilen mahalledir. Koltukculu isminin nereden geldiği bilinmiyor. Bu konuda eskiden bize intikal eden bir rivayet de yoktur. Yukarıda verdiğimiz izahattan bu mahalle halkının Karalı cemaatine mensup olduklarını söylemek yanlış olmaz.

Sermayelü cemaatine tabi "Zebellü" mahallesi ahalisinin, bugün Cemallı mahallesini kuran halk olduklarını düşünüyoruz. Eski kayıtlarda geçen "Zebellü" kelimesinin aslının "Cemelli" (Develi) veya "Cemallı" olabilir. Zira bugün halk arasında Yeşilova ilçesinin bulunduğu bölge "Erle" ovası adıyla anılmakta iken, yukarıda isimlerini verdiğimiz eserlerde "Erle" adının, Osmanlıca kayıtlardan "Urla" olarak okunması, Cemallı isminin kayıtlara "Zebellü" olarak geçtiği konusundaki tereddüdümüzü destekler mahiyettedir.. Kısaca, Zebellü kelimesinin Cemallı olma ihtimali olduğunu ihtiyatla da olsa söylemek istiyoruz. Ayrıca, Halk arasında "Zebellü" olarak söylenen ismin zamanla "Cemallı"'ya dönüşmüş olması da ihtimal dışı değildir.

Üçüncü mahalle, Musalı Mahallesidir. Yukarıda isimlerini zikrettiğimiz eserlerde Musalı isminde bir cemaate tesadüf etmedik. Ancak, "Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler" isimli hacimli eserin (Tercüman Kaynak Eserler I, Birinci Basım İstanbul, 1979) 318 nci sahifesinde "Deli Musalı", isimli bir cemaatin Honaz, Denizli nam- ı diger Lazikiye, Kula Kazaları (Kütahya Sancağı)'na iskan edildiği kaydedilmiştir. Ayrıca bu cemaatin, Konar - göçer Türkmen taifesinden ve Caber Aşiretinden olduğu da belirtilmiştir. Musalı Mahallesini bu cemaatin kurup kurmadığını söylemek zor. Ayrıca her cemaatin isminin, o cemaatin iskân olunduğu mahalle verilmesi gibi bir zaruretin bulunmadığı da belirtelim.

Bu bahsi kapatırken, yukarıda ifade ettiğimiz hususların kısmen belgeye dayalı ve büyük bir kısmının da nesilden nesile nakledilerek hafızalarda yer tutmuş rivayetlere ve şahsi tahminlerimize dayandığını özellikle söylemek isteriz. İleride arşivlerde, münhasıran Çardak için yapılacak bir araştırma ile hakikatin meydana çıkacağına inanıyoruz.