22 Aralık 2008 Pazartesi

Çardak Türkmenlerinde Doğum ile İlgili Gelenek ve Görenekler

DOĞUM İLE İLGİLİ GELENEK VE GÖRENEKLER

Düğünden birkaç hafta sonra ilgili ilgisiz, birçok kadın, kaynanaya bir münasebetle “gelinin daha bir şeyinin“ olup olmadığını -güya kimse duymasın diye- yavaşça sorarlardı. Bu “bir şey” den kasıt, gelinin hamile olup olmadığı idi. Eğer gelin hamile ise işler yolundadır. Ayrıca, doğacak bebek ailenin ilk torunu olacak ise, gelin özel bir ilgi ve ihtimam görür, hamileliğinin keyfini sürerdi.

Hamilelikten önce veya hamileliğin başlarında doğacak bebek için giysiler hazırlamak, çeşitli
eşyalar almak uğursuz addedilmiştir.

Hamileliğin sonlarına doğru, nineler, teyzeler ve halalar doğacak bebeğe elde çeşitli giysiler hazırlamağa başlarlar. Bu giysiler gerçekten pek sanatkârane, el emeği göz nuru giysilerdir. Bunların örnekleri bazı evlerde, sandıklarda hala muhafaza edilmekte olsa gerektir.

Bundan elli altmış sene önce, köylerde ve hatta kasabalarda değil doktor, bir sağlık memuru veya bir ebe bulabilmek pek mümkün değildi. Bu nedenle ebelik işi, bu işte ehil olan nispeten yaşlı hanımlar tarafından yapılmakta idi. Bu hanımlardan ikisini tanıyoruz. Biri Çardak’ın “Köçmen Nene”si olan Hatice nine, diğeri de “Kör Emine “lakabıyla bilinen Emine Taşel idi. Köçmen nene 1955 Bulgaristan Muhaciri idi. Bu nedenle asıl ismi adeta unutulmuş, Çardak ağzı ile “Köçmen nene” olarak bilinir olmuştur. Bunların her ikisi de pek muhterem ve hamiyetperver hanımlar olup, halkın sevgisini kazanmışlardı.

Doğum sancıları başladığında derhal bu hanımlardan birisi çağırılır, o da her işin bırakıp yardıma koşardı.

Yeni doğan çocuk yıkandıktan sonra, teninin kokmaması için vücudu tuz ile ovulurdu. Eskiden, Çocuğun göbeği kesildikten sonra, dinine bağlı olsun diye cami avlusuna gömülürmüş. Biz böyle bir olaya şahit olmadık.

Çocuk doğumdan sonra eli ayağı, kısaca bütün vücudunu sıkıca saracak şekilde kundak bezi ile kundaklanarak annesine verilir. Bugün olduğu gibi kullanılıp atılan bezler olmadığından, eskiden
bebek altını ıslattığında, çocuğun rahatsız olmaması için toprakla kundaklanırdı. Bunun için gerekli toprak da “Karatoprak” denilen mevkiden kazılır, içindeki zararlı maddeler elekten geçi-rilerek atıldıktan sonra kullanıma hazır hale getirilirdi. Kundak için kullanılmadan önce de, bir kapta ısıtılır, bu şekilde çocuğun rahatsız olmaması sağlanırdı.

Doğan çocuk oğlan ise, ailenin sevinci daha bir başkadır. Ancak yine de kız veya oğlan, çocuğun cinsiyetinin mesele yapıldığına şahit olmadık.

İlk çocuğun adı, genellikle ailenin büyüğü olan dede tarafından konurdu. Seçilen isimler, daha önce vefat etmiş aile büyüklerinin isimleri olduğu gibi, “umumi arzu” üzerine yaşayan aile büyüklerinin isimleri de olurdu. Ayrıca, o günlerde ünlü olan siyasi ve asker kişilerin isimlerinin
de çocuklara isim olarak verildiği sık rastlanan hadiselerdendir. Bunlara örnek olarak Rıza Bey’in çocuklarına, o günlerde pek ünlü olan meşrutiyet kahramanlarının isimlerini verdiğini görmekteyiz. Bunlar; Resneli Niyazi Bey, Enver Paşa ve o günlerin sadrazamı olan Sait Paşanın isimleridir.

Bütün bunlara rağmen Çardak halkının isim haznesi konusunda zayıf olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü istatistik tutulacak olsa, halkın taşıdığı isimler genellikle elliyi geçmez. Bunların da çoğunluğunu Mehmet (Muhammet değil!..), Ali, Hüseyin, İsmail, İbrahim, Fatma, Ayşe, Hatice gibi Arapça kökenli isimler ile Sulur, Döndü, Durdu, Eşe, gibi Türkçe isimlerdir.
Şurası ilginçtir ki, Koltukçulu’da, daha doğrusu Topaloğlu sülalesinde (Ramazan, Recep, Abdullah, Abdurrahman) gibi Arapça kökenli isim taşıyan bir kimseye tesadüf etmedik.

Çocuğun ismi, ailenin büyüğü tarafından veya bu maksatla eve davet edilen cami imamının, çocuğun kulağına ezan okuyarak ismini söylemesi ile konur. Akabinde bir dua ile bu merasim sona erer.

Çocuğun dişleri çıktığında, bunu ilk gören çocuğa hediye alır. Ayrıca buğday veya mısırdan “diş hediği” kaynatılarak mahalleliye dağıtılırdı.

Çocuklar genellikle dokuz aylık olduklarında yürümeye başlarlar. Yürümekte geciken çocuklar için “köstek kesme” merasimi yapılır. Cuma günü, ezandan önce çocuğun ayakları ip ile bağlanır, ezan okunmaya başladığında bu ip çocuğun bir an önce yürümesi için dua edilerek kesilirdi.

Doğumdan sonra, konu komşu, uzak yakın akrabalar, eş dost “ çeşitli hediyelerle “çocuk görmeye” gelirlerdi. Bu hediyeler genellikle, çocuk giysisi, para, altın vb. şeylerdi.

Doğumdan sonra kırk gün geçmedikçe, bebek evden dışarıya çıkarılmazdı. Buna “kırk çıkarma”
denirdi. Çocuğun kırkı çıktıktan sonra da, çocuk görmeye gelenlere iade-i ziyaret babında çocuk gezdirilirdi. Bu adetler halen yaşamaktadır.

Hiç yorum yok: