24 Aralık 2008 Çarşamba

ÇARDAK'TA GÜNDELİK HAYAT

ÇARDAK’TA GÜNDELİK HAYAT

Çardak halkı, köken itibariyle konargöçerlikten gelme bir halk olmasına rağmen yerleşik hayata çok çabuk intikal etmiştir. Bugün, yaşlılarla yaptığımız sohbetlerde, göçebe hayatına dair hafızalarda pek fazla bir hatıra bulamadık. Yalnız yaşlı bir kadından sohbet esnasında “Kumalı Yaylası” adını işitmiştik. Çocukluk çağımızda geçen bu sohbette adı geçen yaylanın, konu ile ilgili kaynakları araştırdıkça, Çölabad Türkmenlerinin mazilerinde önemli bir yere sahip olduğunu gördük. İleride ayrıntılarıyla irdeleyeceğimiz bu konuyu bırakıp asıl mevzua dönelim.

Çardak halkı geçimini bugün tarım ve hayvancılıktan sağlayan bir halktır. Eskiden hayvancılığın daha baskın olduğunu söylemek mümkündür. Bundan yaklaşık elli sene öncesine kadar mevsimine göre dağlarda ve ovalarda çok sayıda koyun keçi sürüleri vardı. Hatta “öğrek” denilen bir de at sürüsü mevcut idi. Bu at sürüsü, harman ve çift sürme işleri bittikten sonra kış boyunca kendi kendine otlaması için halkın kırlara bıraktığı atlardan oluşuyordu.

Hanbat ovası veya Hanbat kırı, yer üstü ve yeraltı su kaynaklarının kıtlığından dolayı sulu tarıma izin vermez. Tahıl üretimi yapılır. Kısıtlı bir bölgede yeraltı sularından faydalanılarak pancar gibi sanayi bitkilerinin de tarımı yapılmaktadır. Ayrıca, maymun dağı eteklerindeki uygun topraklarda bağcılık ve kavun karpuz ziraati de yapılmakta idi. Burada geçmiş zaman sigası kullanıyoruz, çünki bu bitkilerin ziraati yakın zamana kadar yapılmakta idi. Son zamanlarda bağcılık ve bostancılık ziraatı ekonomik olmadığından adeta terk edilmiştir. Tahıl ziraati ise halen yapılmaktadır.

En az kırk yıl öncesine kadarki gündelik hayat, hatırladığımız veya yaşlıların bize anlattıklarına göre şöyle idi;

Haziran ortalarında başlayan harman işleri eylül ayı başlarında nihayete erer, bundan sonra kış hazırlıkları başlardı. Bu işler arasında bina bakımı, yani evlerin ahırların yıkık dökük yerlerinin tamiri, duvarlar ile toprak olan dam üstlerinin sıvanması, yıl boyunca tüketilecek unun, Beylerli veya Kaklık civarındaki su değirmenlerinde öğütülmesi, tarhana, bulgur, nişasta yapımı, bağ bozumu ve pekmez yapımı sayılabilir.

Harman kaldırıldıktan yani harman işleri bitirildikten sonra, önce unluk ve bulgurluk buğday ayrılır, elendikten sonra, mahalle çeşmelerinde veya Çardağın yukarı kesiminde bulunan ve “yortu” denilen mevkiindeki su ile yıkanır, kurutulur, çuvallanırdı. Bulgur yapımı için özellikle eylül ayının serinliği tercih edilirdi. Çünkü kaynadıktan sonra güneşe kuruması için serilen buğdayın, yakıcı ağustos güneşinde kavrulması istenmezdi. “Değirmenlik” de tabir edilen unluk buğday, uygun bir günde at veya öküz arabaları ile genellikle Beylerli köyünde bulunan su değirmenlerine götürülerek öğütülürdü. Genellikle diyoruz, bu değirmenlerin aşırı kalabalığından dolayı Kaklık civarında bulunan su değirmenlerine de gidilirdi.

Değirmene gelenler, bir günden bir haftaya kadar sıra beklemeyi göze alırlardı. Bu süre zarfında evlerden getirilen kumanyalar ile iaşe olunurdu.

Çardakta bağcılığın ticari amaçla yapıldığını söylemek mümkün değildir. Genellikle her ailenin ihtiyacına göre birkaç dönümlük bağı vardı. Bu bağlar, Çardağın batısında, dağdan ovaya doğru tatlı bir eğimle uzanan kumlu arazide bulunmakta idi. Bağ bozumu, başka yerlerde olduğu gibi şenlik havasında yapılmaz, genellikle her aile kendi bireyleri ile topluca bu işlemi gerçekleştirirdi. Bağ bozumuna çıkılırken evde de pekmez kaynatma işleminin tüm hazırlıkları bitirilmiş olurdu. En az bir hafta önceden pekmezin kaynatılacağı ocaklar ve kazanlar ile şıranın çıkarılacağı düzenek hazırlanmış olur, bağlardan arabalarda sepetler içerisinde getirilen üzümler doğrudan şıranın çıkarılacağı hatılların içerisine boşaltılır ve burada ailenin genç bireylerince çiğnenerek ezilirdi. Ezme işlemi ile şıra alınır ve sonra da üzümün posası, sirke yapılmak üzere su ile karıştırılarak küplere konurdu..Bağ bozumu ve pekmez kaynatma işlemi bir aileyi bir hafta ile on gün meşgul ederdi.

Hasat işleri bitirildikten sonra sıra ev ve ahırların bakımına gelirdi. Bu da ailelerin bir haftalık zamanlarını alan işlerdendi.

Çardak evlerinin inşaat malzemesi taş, toprak ve ahşaptır. Evler “yer ev”, “hanay ev” gibi iki türdedir. Yer evler, adından da anlaşılacağı üzere tek katlı, genellikle iki odalı ve toprak örtülü idi. Hanay evler ise iki katlıdır. Alt katı, un, bulgur, fasulye, nohut, tarhana vb. kışlık erzakın mu-hafaza edildiği geniş ve oldukça serin mekânlardır. Hanay evlerin üst katlarında iki oda bulunur. “Hayat” ve Çıkartma” adı verilen bölümleri vardır. Her odada bir ocak bulunur. Bu ocaklar ye-mek pişirme amaçlı olarak kullanıldığı gibi kışın da ısıtma amaçlı olarak kullanılırmış. Kulanı-lırmış diyoruz, çünkü soba, yirminci yüzyıl başlarında kullanılmaya başlanmış.

Yer ev olsun, hanay ev olsun, bunların temelleri, toprak seviyesinin en az bir metre yukarısına kadar taşla, bunun üzeri ise kerpiçle örülürdü. Duvarlar, yaklaşık üç buçuk dört metre yükseklik-tedir, bunun üzerine de uygun uzunluk ve kalınlıkta, yekpare ve tercihan ardıç kütükleri duvardan duvara belli aralıklarla uzatılır, kütüklerin üzerine de “pardı” denilen ve yine ardıç kütüğünden u-zunlamasına dilinmiş kalaslar ara vermeden sıralanırdı. Pardıların üzerine de, kovalık denilen yerden biçilen nispeten sert ve dayanıklı bir bitki türü “kova” otu serilir, bunun da üzerine killi toprak yayılarak, loğ ya da Çardak’daki ismiyle “yurgu” taşı gezdirilerek toprak sertleştirilirdi. Bu işlem, yağmur yağdığında damın akmaması için her sene tekrarlanırdı. İşte bina bakımı bu idi. Bu işlem bittikten sonra sıra iç duvarların sıvanmasına gelirdi ki bu, kadınlara mahsus bir iş idi. Kerpiç yapımında veya dam örtmekte kullanılan toprak, demiryolunun ova tarafında kalan meralardan kazılarak arabalarla getirilirdi. Bu toprağın özelliği hiç kum içermemesi ve iyi balçık vermesi idi. Bu topraktan yapılan çamurun içine, kuruduğunda çatlamaması için saman konurdu. Sıva için kullanılan toprak iki çeşit idi. Duvarların sıvanmasında kullanılan toprak ak toprak de-nilen ve tahminen asbest içeren bir tür topraktır. Kuruduğunda, sıvandığı yüzeye kireçle badana yapılmış gibi beyaz renk verirdi. Yaşam mekanlarının duvarları bu toprakla badana yapılırdı. Evlerin zemini ise başka bir tür toprakla sıvanırdı. Bu Toprak, “Gâvur kalesi” denilen tepenin güney yamaçlarında bulunan bir ocaktan alınır, ezilerek balçık haline getirildikten sonra ince bir tabaka halinde yaşam alanlarının zeminine sürülürdü. Bu şekilde, toprak olan zeminin tozarak etrafa dağılması önlenmiş olurdu.

Ekim ve kasım ayları, arpa buğday ekiminin yapıldığı aydır. Ekin ekimi için sonbahar yağmurları beklenir. Yağmurun yağması ile birlikte toprak arzu edilen tava gelir gelmez, ekin ekilmeye baş-lanırdı.Yaklaşık kırk sene öncesine kadar tarımda makineleşme pek yaygın olmadığından hayvan gücünden istifade edilirdi. Hambat ovasının Çardak halkına ait olan kısımlarında sulu tarıma imkân verecek herhangi bir su kaynağı yoktur. Yağmur yağarsa verimli hasat alınabilir. Yoksa bazı kurak yıllarda el emeği bir yana, ekilen tohumun dahi alınamadığı görülmüştür. Ayrıca top-rağın, özellikle Acıgöl çevresindeki toprağın tuzlu olması her türlü tarımı olumsuz yönde etkile-yen etkenlerin en önemlisidir.

Yukarıda belirtildiği üzere Hambat toprağı pek verimli olmadığından, tarlalar bir yıl ekilir, bir yıl da dinlendirilmesi için nadasa bırakılır. Nadasa bırakılan tarla, bir defa güz mevsiminde, bir defa da bahar yağmurlarından sonra olmak üzere yılda en az iki defa sürülür. Bundan amaç, toprağın yağışlardan azami derecede istifadesi ve yabani otların imha edilmesidir. Toprak ekime bu şekil-de hazırlanır. Mevsiminde ekim yapıldıktan sonra, artık iş Allah’a kalmıştır. Bol yağış olursa ü-rün bereketli olacak, ekenin yüzü gülecektir. Kısaca, ekim ayında ekin ekildikten sonra çiftçi tar-laya mahalli tabirle “ekin orağı” denilen ekin biçme zamanı gider.

Kış ayları erkekler için adeta boş aylarıdır ama kadınlar bu mevsimde de boş durmazlar. Ev işlerinin yanında ahırdaki hayvanların bakımı, sağmal hayvanların sağılması, sütünün çeşitli şekillerde değerlendirilmesi, vb. işlerde arta kalan ( ! ) zamanlarında da yün eğirme, çorap, kazak, eldiven örme gibi kış giysilerinin üretimi de kadınların kışın yaptıkları işlerdendir.

Çardakta su şebekesi yanılmıyorsak 1969 yılında kurulup evlere su verilmeye başlandı. Bundan önce evlerde içme ve temizlikte kullanılan su, her mahallede bulunan çeşmelerden kovalarla evlere taşınırdı. Bu iş de kadınların yaptıkları işlerdendi. Bu çeşmelerin suları Maymun dağında bulunan ve “ göz” denilen mevkideki tek bir kaynaktan alınıyordu. Bu kaynağın, çok kurak yıllarda bile kurumadığını, sürekli ve bol su verdiğini yaşlılardan dinledik. Bugün mevcut nüfus için yetersiz kalan bu su, Hambat ovasında açılan kuyulardan alınan yeraltı suları ile karıştırılarak şebekeye verilmektedir. Çeşmelerde akan fazla sular mahalle halkının bahçe sulamasında kullanılır, bazen su nöbeti yüzünden kavgaların çıktığı da olurdu. Mahallelinin birbirlerine ile olan yakın akrabalıkları, bu kavgaların husumete varmasını önlemiştir.

Radyonun, Televizyonun pek yaygın olmadığı günlerde erkekler için sosyal muhit, kahvehaneler,
kadınlar için ise çeşme başları idi. Kahvehanelerde toplanan erkeklerin ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve neler ile vakit geçirdiklerini söylemeye gerek yoktur. Çünkü hadise dün nasıl cereyan etmiş ise bu gün de aynen cereyan etmektedir. Kadınlar için ise durum çok farklıdır.

Çardakta son zamanlarda (1960’lı yıllar) üç çeşme vardı. Musalı, Koltukçulu, tam ismini hatırlayamadık ama kalaycı mahallesindeki çeşme. Bu çeşmeler, mahalle halkının hem içme ve kullanma sularını aldığı, hem hayvanlarını suladığı ve bu sırada çeşme başı sohbetlerinin yapıldığı, günlük hadiselerin tartışıldığı, âşıkların kaçamak da olsa haberleşme fırsatı bulabildikleri sosyal mekânlar idi. Köydeki günlük olaylar, yani günlük dedikodular çeşme başlarında kadınlar arasında teati edilir, buradan tüm köy halkına yayılırdı. Kadınlar arasındaki bu koyu sohbetler, mahallenin ileri gelen ve nispeten yaşlı erkeklerinin gazabını celp eder,
Buradaki kadınları hiddetle azarlarlardı. Bu takdirde kadınlara düşen, başlarını eğerek sessizce evlerine dönmeleri idi. Çünkü o zamanın sosyal terbiyesi bunu icap ettirmekte idi. Bu gün, aynı şartlar mevcut olsa, aynı davranış hoş görülürmü? Sanmıyoruz.



Çeşmeden akan fazla sularla, mahalle halkının bahçeleri sulanırdı. Sulamada, centilmenliğe dayanan bir nöbet sistemi mevcut olsa da zaman zaman buna uyulmadığı, genellikle birbirlerine akraba olan mahalle kadınları arasında şiddetli kavgaların görüldüğünü eskiler naklediyorlar.

Her ev, geniş bir alan üzerine oturtulmuştur. Evin önü genişçe bir avlu, avlunun etrafında da ahır, samanlık, kümes, ekmek evi gibi tek katlı yapılar vardır. Avlu duvarının dışında kalan yaklaşık bir veya daha fazla dönümlük bir alan bahçe olarak düzenlenmiştir. Bu bahçelerde domates, fa-sulye, patlıcan, biber, soğan, sarımsak, kabak, salatalık vb. sebzeler ile kayısı, erik, nar, dut, iğde, armut, elma, incir, vişne, kiraz gibi meyveler de çeşni kabilinden yetiştirilirdi. Bu ürünleri her aile kendi ihtiyacı için üretir, ticari bir gaye güdülmezdi. Bunlar mevsiminde taze olarak tüketil-diği gibi, fasulye, patlıcan, biber gibi sebzeler ile armut, erik, elma, vişne gibi meyveler de kuru-tularak kışın tüketilirdi. Bahçe sulamasında kullanılan su, yine “göz” denilen mevkiden gelirdi. Bu sudan çeşmelere verildikten sonra artan bol miktardaki su nöbetleşe olarak bahçelere verilirdi. Sulama nöbeti her bahçeye yaklaşık on beş günde gelirdi. Su dağıtım işi, köy meclisi tarafından genellikle yoksul bir aileye düşük bir ücretle verilir, bu aile de köyün bütün bahçelerine maktu bir ücret karşılığında su verirdi. Bu işe bakan kişiye “civar” denirdi. Civarlar mevsimlik tutulurdu.

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Amca ben cem ellerine sağlık...