22 Aralık 2008 Pazartesi

çardak'ta evlenme merasimleri, düğünler

ÇARDAK’TA EVLENME MERASİMLERİ, DÜĞÜNLER

İsmail Hakkı SAYIN
Çardak’ta evlenmeler her yerde olduğu gibi, hem görücü usulü ile hem de gençlerin birbirlerini bir vesile ile görüp beğenmeleri ile olurdu. Birbirini görerek beğenen gençler aile büyüklerine bu ilişkilerini açmadan bir müddet sürdürürler, uygun bir zamanda -genellikle erkek- ailesine açardı. Tabi iş bu raddeye gelene kadar gizli kapaklı görüşmeler, buluşmalar ve mektuplaşmalarla ilişki canlı tutulurdu. Sevgililer arasında haberleşmeyi, genellikle oğlanın veya kızın, sır tutmasını bi-len yakın bir arkadaşı veya yaşlı nineler ve yetişme çağındaki genç çocuklar sağlarlardı. Gençler arasında mektup getirip götürenlerin toplumda pek hoş görülmediğini ve bunları aşağılamak için de bu kişilere, haber getirip götüren anlamında “çaça” denildiğini de laf arasında belirtelim. Bu haberleşmenin yapılamadığı zamanlarda da Akla hayale gelmeyecek usullere başvurulurdu ki, bu mektuplaşmalara hayvanların da alet edildiği görülmüştür. Bunun nasıl yapıldığını ileride bir vesile ile anlatmak isteriz.

Gençler arasındaki gizli kapaklı görüşüp buluşmalar ilerleyip, ilişkiler “aşka” dönüştüğünde
Durum genellikle annelere açılır. Anneler kızı veya oğlanı beğenir ise mesele yoktur, ancak beğenmediğinde ise oğlanın annesini ve dolayısıyla babasını ikna etmesi gerekir ki bu da bazen oldukça uzun bir zaman alır. Gençler ailelerini ikna edemezlerse tek çare kalır o da; birlikte kaçarak emri vaki yapmak. Biz olayın bu veçhesinden ziyade sorunsuz olanını tercih ederek evlenme merasimini hikâye edelim.

Genellikle oğlan evi, önce kız evine, söz söylemesini bilen akrabadan yaşlı bir kadını, çevreye duyurmadan elçi olarak gönderir. Kıza talip olunduğu bu şekilde iletilmiş olur. Kız tarafının cevabı olumsuz olacak ise, elçi kadın “ben gelmedim, siz de duymadınız” diyerek olayın gizli tutulmasını rica eder. Eğer kız tarafının cevabı olumlu olacak ise, “buyursunlar “ denilerek elçi ile haber gönderilir. Olay bu aşamada da gizli tutulmaktadır. Oğlan tarafından kaynana, varsa görümce ve elçi kadın, kız evine bir gece “kız istemeye” giderler. Kız evi naz evi olduğundan yine hemen cevap verilmez. “Düşünelim, kızın fikrini soralım, danışalım” gibi sudan bahanelerle kesin bir cevap vermezler. Bu arada “kurban olsun, oğlunuzdan iyisine mi vereceğiz.” gibi sözlerle oğlan tarafını onore etmeyi de unutmazlar. Kız evi birkaç gün sonra oğlan evine hatırı sayılan yaşlı bir kadın akraba ile haber gönderirler. Cevap olumlu ise “buyursunlar” denir. Cevap olumsuz ise “kusura bakmasınlar kızın gönlü yok” bahanesine sığınılır. Kız tarafından olumlu cevap geldiğinde durum mahalleliye duyurulur. “Kız bitirme” yani söz kesme için bir gün kararlaştırılır. Kız bitirmeye, kız ve oğlan tarafları komşularına, uzak ve yakın akrabalarına haber vererek bu merasime davet ederler. Bu merasime mahalle camisinin imamı da çağrılır. Genellikle akşam namazından sonra, yatsı namazından önce davetliler ile birlikte topluca kız evine gidilir. Kısaca hoş beşden sonra asıl konuya geçilir. Olay böylece resmen duyurulmuş olur. Davetli hoca dua eder. Bu duadan sonra davetlilere lokum ve bisküvi ikram edilir. Kolonya tutulur. Daha sonra cemaat dağılır. Eskiden kız bitirme sırasında oğlan babası tarafından minder altına, o zamanki rayice göre “selamünaleyküm” akçesi konurdu. Bu adet şimdilerde ortadan kalkmış görünüyor. Kız bitirme merasiminde takı takılmazdı.

Bu şekilde evliliğe ilk adım atılmış olur. Bundan sonra nişan takılacaktır. Çocukluğumuzda bu merasimin sadece kadınlar arasında yapıldığını hatırlıyoruz. Nişandan önce kız ve oğlan tarafları birlikte Denizliye nişan esvabı görmeye gelirler. Nişanda kızın giyeceği giysiler ve takılacak ta-kılar kızın beğenisi de dikkate alınarak satın alınır. Nişandan önce bu takılar, görmek isteyen herkese gösterilir. Nişan eskiden genellikle Perşembe günü öğleden sonra kız evinde ve sadece kadınların iştirakiyle yapılırdı. Nişan merasiminde, işinin ehli olan kadınlar tef çalarak, türkü söyleyerek davetlileri coştururlarken, davetlilere siniler içerisinde çerezler meyveler ikram edilirdi. Bunlar yenildikten sonra çerez sinilerinin içerisine bozuk paralar bırakılır, Oyunlar oynanır. Oğlan tarafı da takı takardı.

Eskiden, laf olur diye genç kızlar nişanlılarına görünmemeyi tercih ederlerdi. Buna rağmen dü-ğünlerde, çeşme başlarında ve başka uygun ortamlarda görüşebilmek için çeşitli fırsatlar yarat-tıklarını da ayrıca belirtmeye lüzum yoktur.

Sonbahar mevsimi, düğün mevsimidir. Yaşlı kadınlar, genç bekârlara biraz da şakayla karışık “ömrün uzun, düğünün güzün olsun” diye dua ederlerdi. Sonbahar mevsimi, ürünün hasat edilip pazara çıkarıldığı ve dolayısıyla halkın ekonomik olarak rahat olduğu bir mevsimdir. Çünkü har-man kaldırılmış, bağ bozulmuş, ürünler satılarak paraya çevrilmiştir. Bu nedenle sonbahar mevsi-mi, düğün dernek için ekonomik olarak en uygun zamandır.

Düğün günü kararlaştırılırken aynı haftada birden çok düğünün olmamasına da dikkat edilirdi.

Düğün günü kararlaştırıldıktan sonra taraflar hazırlıklarını yapmaya başlarlardı. Düğünde ikram edilecek yiyecekler stoklanır, okuluklar alınır, kesilecek hayvanlar sürüden ayrılarak özel besiye alınırdı.

Düğünden yaklaşık on gün önce, yakın akrabaların da katılımıyla Denizli’ye düğün esvabı gör-meye” gelinirdi. Düğün ile yeni bir ev kurulmuş olacağından, bir evin neye ihtiyacı varsa onlar satın alınırdı. Satın alınan eşyalardan birkaçını saymakta fayda var. Birkaç sandalye, bakır kap kacak ve diğer mutfak eşyası, kazan, hamur leğeni, itaa denilen ve yufka ekmek yapılırken alta serilen yaygı, senit denilen hamur tahtası, saç, sini, karyola, boy aynası, cihaz sandığı, gelin ve damat tarafının, damat ve gelin kıza aldıkları giysiler, giysilik kumaşlar, düğün yemeğinde ihti-yaç duyulacak, yağ, şeker, pirinç, baharat vb. şeylerdir. Halı ve kilim çok önceden evlerde doku-nur veya satın alınmış olurdu. Bunların miktar ve kalitesi, ailelerin ekonomik kudretleri ile oran-tılıdır.

Satın alınan bu eşyalar köye getirildiğinde herkesin görüşüne açık olur, konu komşu alınan eş-yaları özellikle görmeye gelirlerdi. Düğün hazırlıkları en az on beş gün öncesinden başlardı. Davetiyeler düğünden bir hafta öncesinden dağıtılırdı. Davetiyenin adı Çardakta, “okuluk” idi. Okuluk olarak anne baba, kardeş, hala teyze, amca dayı gibi yakın akrabalara gömlek, entarilik basma, eteklik gibi manifatura mamülatı, diğer dost ve tanıdıklara ise yağlık, havlu dağıtılırdı. Kâğıt davetiye, Çardakta adet olmamıştır. Dağıtan birkaç kişi de küçümsenmiştir. Çarşamba veya Perşembe günü damadın arkadaşları, kendi eşekleri ile dağa düğün odunu getirmeğe giderlerdi. Bunlar, sabah düğün sahiplerince özel kumanyalar hazırlanarak dağa yolcu edilir, dönüşlerinde ise davul zurna ile ve kalabalık bir grup ile karşılamaya çıkılırdı. Karşılamaya giden gençlerden birisi çeşitli renk ve desenlerde oyalı yazma ve yemenilerle süslenmiş bayrak taşır, oduncular “yortu” denilen mevkiide karşılandıktan sonra hep birlikte düğün evine dönülürdü. Getirilen odunların bir kısmı doğrudan kız evine yıkılırdı. Odundan gelen gençlere düğün evinde yemek verilir, bazı bilmiş yaşlı nineler de bu gençlere “dağda odunu, evde kadını güzel “ diyerek iltifat ederlerdi. Odun parçalama işi “odun yarma” olarak adlandırılır. Odun yarma işinde zorlananlara da “odun budaktan, güzel dudaktan yarılır” denilerek yol gösterilirdi.

Perşembe günü baklava günü idi. Mahallede baklavalık yufka açmasını bilen maharetli kadınlar, düğün evinde toplanarak hep birlikte ve coşku içinde on beş yirmi sini baklava açarlardı. Baklava açma işi akşama doğru biter, siniler fırına genellikle genç kızlar ve gelinlerin başlarında ve davul zurna eşliğinde istasyonda bulunan fırına pişirilmeye götürülürdü. Baklavalar fırında pişerken, davul zurna da çeşitli oyun havaları çalar ortamı şenlendirirdi. Pişirme işlemi bittikten sonra yine aynı minval üzere düğün evine dönülürdü. Grup düğün evine döndüğünde baklava işini iyi bilen yaşlı bir kadın -ki genellikle düğün evini aşçısıdır- sinilere şıraları döker, sonra da baklavalar serin bir odada dinlenmeye alınırdı. Bu oda kilitli tutulur, kilidi bu işe memur edilen akrabadan bir kadının elinde olurdu.

Resmi nikâh genellikle Perşembe günü yapılırdı. Eski medeni kanuna göre hazırlıkları çok önce-den başlatılan nikâh işlemi de Perşembe günü nikâhın kıyılması ile sona ererdi. Nikâh işlemi şim-dilerde olduğu gibi fazla bir merasime tabi olmazdı. Kızın ve oğlanın ebeveynleri ile birkaç yakın akraba nikâhta hazır bulunur, kız ve oğlan taraflarının aile büyüklerinden birisi nikâh şahidi olur-du. Nikâh merasimi sona erdikten sonra taraflar evlerine dönerlerdi.

Cuma günü öğleden sonra davul zurnanın çalınmaya başlaması ile herkesin görebileceği bir yere bayrak asılırdı. Bayrak, o evin düğün evi olduğunun alâmetifarikasıdır. Bu şekilde düğünün res-men başladığı da ilan edilmiş olurdu. Davul zurna lafı, sözün gelişi olarak söylenmiştir. Çardakta düğünlerde zurnanın çalındığını duymadık. Düğünlerde, Avdanlı İbiş dayı ve ekibi çalardı. Or-kestrada, zilli davul, iki adet klarnet. Büğlü denilen trompet ve bir adet de trampet olurdu. Büğlü-yü, Büğlücü Osman lakabıyla anılan Osman Sarı, klarnetleri ise İbrahim Özbay (İbiş Dayı) ile oğlu çalardı. Davul çalan kişinin adını hatırlayamadık. Bu kişiler, işlerinin ehli olan sanatkâr in-sanlardı. Düğünlerde yerine göre, zeybek ve teke zortlatma havaları ile o günlerde meşhur olan şarkı ve türküler ve hatta marşlar icra ederlerdi. Köroğlu ve cenk havaları da repertuarlarında bu-lunurdu. Bu ekibin çaldığı parçalar içinde bizi en çok etkileyeni, gelin alma havası da denilen “gelin ağlatan” havasıdır. Bu hava adından da anlaşılacağı üzere gelin alma sırasında çalınır ki çok duygulu bir parçadır. İnsanın içini titretir. Bu hava meşhur Cezayir havalarının Çardak var-yasyonu olup, dinlediklerimiz içerisinde en güzel olanıdır. Maalesef notaya alınmadığından ve bu parçayı icra edenler de bugün terki hayat ettiklerinden tamamen unutulmaya yüz tutmuştur.

Neyse yine konuya dönelim, ikindi namazından sonra davul zurna eşliğinde gençler ve kadınlar kız evine de uğrayarak dövmelikleri alıp dövme dövmeye giderlerdi. Dövme işi biraz güç ve kuvvet gerektirdiğinden bu iş delikanlılara göre idi. Kendisini göstermek isteyen gençler şevkle çalışırlar, tokmağı şevkle sokkuya vururlardı. Tokmağın her vuruluşundan sonra soku başında duran bir kadın, çok seri bir şekilde, sokudan sıçrayan buğday tanelerini sokunun içerisine iter-ken bir taraftan da taneleri alt üst ederek buğdayın eşit bir şekilde dövülmesini sağlardı.

Soku, bugün Anadolu’nun her köyünde görülen ve herkesin istifadesine açık olan içi oyuk, uy-gun büyüklükte yekpare bir taştır. Bunlarda keşkeklik buğday, kurutulmuş biber, tuz, vb. şeyler dövülürdü. Dövmede kullanılan tokmak ise, sokunun bulunduğu yere yakın bir şahsın evinde muhafaza edilirdi. Çardakta, dört yerde soku taşı vardı. Bunlar, Koltukçulu mahallesinde, Musalı Mahallesinde, Kalaycı mahallesinde ve istasyon mahallesindeki meydanlarda bulunurdu ki, ha-len de aynı yerlerinde durmakta ve zaman zaman da aynı işleri görmeye devam etmektedir.

Dövme dövüldükten sonra düğün evine dönülür, ertesi gün yapılacak yemeklerin hazırlıklarına girişilirdi. Yemek yapma işleri kadınlara ait bir iş idi ve aşçı da istisnasız yaşlı bir kadındı. Bun-lardan tanıdıklarımız; Keziban Özkan, Selver Erdoğan, Fadime Sivrikaya, Fadime Güdücü, Me-dine Selçuk idi. Bunlardan birisi dışındakiler bugün itibariyle terki hayat etmişlerdir. Düğünlerde yapılan yemekler; etli nohut, yaprak sarması, keşkek çorbası ve Baklava idi. Yaprak sarması ime-ce usulü ile yapılırdı. Sarma harcı ve haşlanmış asma yaprakları, kadınların önlerine konur, neşe içinde ve en az iki kazan yapılırdı. Keşkek çorbasının yapılışı da ayrı bir özen isterdi. Bu hazırlık çalışmaları gece yarısına kadar devam eder, daha sonra herkes evlerine dağılırdı. Düğün sahiple-ri ve aşçı kadın, sabah ezanı ile birlikte kalkar, akşamdan hazırlanan yemeklik malzeme ocağa vurur, yemeği öğleye hazır ederdi.

Bu sırada düğün sahibinin kırgın veya küs olmasından dolayı düğün davetine icabet etmeyen ya-kın akrabalara davul zurna ile elçi gönderilirdi. Pek yaygın bir adet olmasa da bir düğünde şahit olduğumuz ilginç bir olay idi ki, zikretmeden geçemedik.

Posta treni, Afyon Denizli istikametinden kuşluk vaktinde Çardağa gelirdi. Bu tren ile gelecek olan okucuları karşılamak üzere davul zurna, trenin geleceği saatte istasyonda hazır bulunur, gelen davetliler ile birlikte düğün evine dönerdi. Okucular kafile halinde düğün evine geldikle-rinde, düğün sahipleri ve orada bulunan diğer yakınları tarafından karşılanır, kısa bir hoş beşden sonra öğle yemeğine alınırlardı. Yemekten sonra davul zurna genellikle o gün revaçta olan hava-ları çalarken kadınlar da ikinkiye doğru kız evine götürülecek olan kınanın hazırlıklarına başlar-lardı. Saat üçe doğru kına alayı davetliler ile birlikte kız evine doğru harekete geçer, davul zurna yol boyunca Köroğlu havaları çalarak ve gençler de oynayarak neşe içerisinde kız evine varılırdı. Kız evinde davul zurna uygun bir mekâna geçer, oyun havaları çalmaya devam ederdi. Bu sırada kadınlar, getirdikleri kına ve diğer armağanları kız evine teslim ederler daha sonra dışarıda oyna-yan gençleri seyre çıkarlardı. Çardak düğünlerinde, kadınların ve erkeklerin birlikte oyun oyna-maları adetten değildi. Gençler oyun oynarken kadınlar ve genç kızlar dam üstlerinde veya kendi-lerine tahsis edilen mekânlarda topluca oyunları seyrederlerdi. Oynayan gençlerin akraba ve arkadaşları oyun oynarlarken para çevirirlerdi. Para çevirme, davulcuya bahşiş mahiyetinde idi. Bir kısım gençler oyun oynarlarken bir kısmı da hem oynayanları seyreder hem de dam üstlerindeki genç kızları kaçamak bakışlarla süzerlerdi. Kızların da bu bakışlara bigâne kaldığı söylenemez. Zira buradaki görüşmeler, kesişmeler bir aşkın tevlidine sebep olacak mahiyette idi. Buradaki bakışmalarda, şimdilerdeki tabirle elektrik alınmışsa devreye “çaça” lar girerdi.

Kız evindeki bu gündüz eğlencesi ikindi sonrasına kadar devam ettikten sonra oğlan evine avdet edilirdi. Konuklara sunulan akşam yemeğinden sonra içki içenlere içki ikram edilirdi. İçki içenler için ayrı yerler tahsis edilir, düğün sahiplerinin iz’an ve kudretine göre sırf bu gece için kiralanan keman, klarnet ve cümbüş gibi ince saz ekibi içki içenleri eğlendirirdi. İçki içenlerin kafaları saat dokuza doğru dumanlanırken, kız evine kına yakmaya gitmek için davul zurna da acele edin der-cesine “kalk gidelim” havası vurmaya başlardı. Bu havanın duyulması ile birlikte davetliler yavaş yavaş düğün evinin avlusunda toparlanır ve kına alayı neşe içerisinde yola koyulurdu. Seyir ha-linde iken davul zurna Köroğlu ve teke zortlatma havaları çalar, içki ile çakırkeyif olan gençler biraz da mübalağalı hareketlerle oynayarak, zıplayarak ve naralar atarak kız evinin yolunu tutar-lardı. Düğün alayı yolda katılanlarla birlikte biraz daha kalabalıklaşır, cemm- i gafur halinde kız evine ulaşılırdı. Buradaki eğlence iki, İki buçuk saat kadar sürerdi. Önce çekingen davranan da-vetliler, düğün sahiplerinin ısrarlı davetleri ile ve biraz da sıkılarak oyuna çıkarlarken zaman ilerledikçe bu sıkılganlık yerini coşkuya bırakırdı.

Dışarıda bu eğlence devam ederken, içeride de kadınların kendi aralarında kına gecesi eğlencesi de devam etmektedir. Yukarıda adlarını saydığımız veya sayamadığımız yetenekli tefçi kadınlar türkülerle ve oyun havaları ile çevreyi coşturmaktadır. Bir zaman böyle devam eden muhabbet ortamı, kına merasimi ile kesilmektedir. Burada, tef çalıp türkü okuyan kadınlar sanatlarını gös-termektedirler. Bunların söyledikleri hüzünlü kına havaları ile hem gelin kızı, hem annesini ve hem de davetlileri ağlatmakta, bir taraftan da geline kına yakılmaktadır. Bu arada da kına gecesi-ne iştirak eden hanımlara da kına dağıtılmaktadır. Bu merasimden sonra kadınlar, dışarıdaki eğ-lenceyi izleyebilecekleri bir yere çıkarak manzarayı “seyre dalarlar”.


Yaşlı genç herkes oyuna çağrılır, genellikle bu çağrı cevapsız kalmazdı. Her oyuna çıkanın akraba ve yakın arkadaşları oynayana para çevirirlerdi. Oyunlar tek tek olduğu gibi, çağrı üzerine dünürler, kayın biraderler, dayılar, amcalar vb. gruplar halinde de oynanırdı. Çardak düğünlerinde oynanan oyunlarda dünden bugüne pek fazla değişiklik görülmemiştir. Yani dün hangi oyunlar oynanıyorsa bu gün de aynı oyunlar oynanmaktadır. Ancak maharet gerektiren, pek az kişinin bildiği oyunlar bugün oynanmamaktadır. Unutulduklarını söylemek de mümkündür. Bunlardan bizim hatırladıklarımız; kirman oyunu. Feraye zeybeği ve topal oyunudur. Kirman oyunu teke zortlatma türünden bir oyundur. Ancak figürler farklıdır. Topal oyunu ise yanılmıyorsak esas olarak Eskişehir yöresine ait bir oyundur. Bu oyunu merhum Avdanlı İbiş dayı oynardı.

Kına gecelerinde seyirlik oyunların da oynandığını hatırlıyoruz. Eskiden daha yaygın oynandığını yaşlılarımızdan duyduk. Bu tür oyunların içerisinde en yaydın olan seyirlik oyun “Arap Oyunu” dur.. Bu oyunlar yaklaşık kırk yıldır oynanmıyor.

Kına gecesinin sonlarına doğru, damat ile sağdıcı oyuna çıkar. Davul zurna “harmandalı “ zeybeğini çalar. Damat bilse de bilmese de bu oyuna çıkmak zorundadır. Bu oyunda davetliler damada para iğnelerler. Daha sonra damadın arkadaşları da bu oyuna iştirak ederler. Bu oyundan sonra kına gecesinin bittiğini davul zurna “kalk gidelim” havası ile duyurur. Bu havayı duyan davetliler de yavaş yavaş evlerinin yolunu tutarlar.

Not düşmek bakımından belirtmeden geçemiyeceğimiz bir husus da, eskiden Çardak düğünlerinde At yarışlarının yapıldığı ve cirit oynandığıdır. Yaklaşık yüz kırk yıl önce vefat eden Hacı İsmail Ağa oğlu Ali Ağa’nın cirit oynarken öldüğü bu güne gelen rivayetler arasındadır. Düğünlerde yapılan cirit oyunlarında, at yarışlarında ve güreşlerde kazananların ödülü düğün sahibinin kudretine göre bir büyük baş veya küçükbaş hayvan olduğu söylenir. Pazar günü gelin alma günüdür. Sabah mutad işler görülürken kuşluk vakti bir berber damadı traş etmeye gelirdi. Bu traş işi de mutat bir merasimle icra edilir, berber traş için ücret almaz, hatırı sayılır bir bahşiş verilirdi. Damat, traştan sonra damatlıklarını giyerek konuklar arasında dolaşır, gelenleri karşılar, tebrikleri kabul ederdi. Kız evinde ise gelinin cehizi, herkesin görmesi için sergiye çıkardı.

Gelin günü, davetliler de hediyelerini kız veya oğlanın ailesine teslim ederlerdi. Bu hediyeler, tabak çanak türünden olduğu kadar para ve Cumhuriyet altını türünden de olurdu. Tabak çanak, sini, tepsi vb hediyeler, düğün sahiplerine “hayırlı olsun” dileği ile teslim edilirken, genellikle gelin ve damadın yakın akrabaları, para ve altın türünden hediyelerini, gelin veya damadın yakasına iğnelerlerdi. Bu hediyeler uygun bir zamanda ve uygun bir yerde çıkarılarak düğün sahiplerine teslim edilirdi.

Öğleden sonra, damat ve kalabalık bir grup davul zurna eşliğinde Cemallı mahallesindeki “Kava-ğın altı”na giderlerdi. Kavağın altı denilen yer Çardağın en eski kahvehanesidir. Söz konusu kah-vehane, Önündeki yaşlı çınar ağaçları nedeniyle bu isimle anılmıştır. Sıcak yaz günlerinde serin ve rüzgârlı havası ile sıcaktan bunalanların tek sığınağıdır bu mekân. İşte burada hava ve mevsim uygun ise düğünün son günü öğleden sonra, düğünün şerefine gençler güreş tutarlardı ve bu güreşler oldukça iddialı geçerdi. Hoş, bizim gençlik çağımızda bu adet ortadan kalkmak üzere idi ve bu gün tamamen ortadan kalkmıştır. Bu güreşler sırasında, güreşenleri coşturmak ve havaya sokmak için davul zurna genellikle pehlivan havaları ve köroğlu havaları çalardı Düğün sahibi, güreşin galibine bir armağan verirdi.

İkindiye doğru güreş alayı düğün evine avdet eder, hazırlıklar tamam olduktan sonra tüm davetlilerin iştiraki ile oluşan kalabalık coşku içinde kız evine gelin almaya giderlerdi. Yol boyunca gençler Davul zurnanın çaldığı oyun havaları eşliğinde oynayarak kız evine gelinirdi. Bu alayda sadece damat ve kaynana süslenmiş gelin arabası ile kız evine gelirlerdi. Kız evinde davul zurna genellikle kıvrak ve coşkulu havaları çalardı. Bu sırada içeride gelin, baba evini terk edeceği bu dakikalarda gözyaşları içerisinde ailesiyle vedalaşır, babası, yoksa en büyük erkek kardeşi gelinin belini kırmızı bir kurdela ile bağlardı. Damat ve yakın akrabaları da, gelini almak üzere vedalaşmanın bitmesini kapıda beklerlerdi. Kızın babası veya kardeşi gelini elinden tutarak damada teslim eder, damat da orada bulunan yaşlıların ellerini öperek gelin ile birlikte “gelin arabasına” binerler. Gelin arabasının arka koltuğunu gelin, damat ve kaynana, ön koltuğu ise genellikle görümce işgal ederdi. Gelin arabası hareket ederken gelinin akrabaları, arabanın üzerine buğday, şeker, madeni para saçarlardı. Bu dakikalarda. Davul zurna da “gelin alma”, yahut gelin ağlatma” havası çalmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere bu içli ezgi, sadece Çardağa özgü olacak kadar orijinaldir. Esas itibariyle Cezayir havasıdır. Bilindiği üzere bu Cezayir Türküleri, Cezayir’in Osmanlı’nın elinden çıkması üzerine yakılmış baştan sona hüzün dolu ezgilerdir ki, Çardak gibi birçok yerlerde “gelin alma” havası olarak da icra edilmektedir.

Gelin alınmadan önce, gelinin cehizi arabalarla veya son zamanlarda olduğu gibi traktör römork-ku ile yeni evlilere tahsis edilen eve taşınır, kız evinden bazı yakın akraba kadınlar eşya ile birlik-te giderler, eşyaları yeni eve yerleştirirlerdi. Dolayısıyla gelin oğlan evine geldiğinde yeni evliler bu eve yerleşirlerdi. Bu ev, genellikle baba evinin bir odası olurdu.

Gelin, kız evinden alındıktan sonra oğlan tarafı kalabalık bir grupla birlikte oğlan evinin yolunu tutardı. Oğlan evine gelindiğinde, gelini karşılama sırasında gelin ve damat arabadan inmez, ka-yın baba ve kaynanadan “indirmelik” verilmesini bekler, indirmelik alındıktan sonra arabadan i-nerlerdi. İndirmelik olarak yeni evlilere tarla, bahçe, büyük veya küçükbaş hayvan vaad edilirdi. Vaad edilirdi diyoruz, çünkü burada verilen sözün yerine getirilmediği de çok olmuştur.

Yeni evliler arabadan indikten sonra gelin ve damat yeni evlerine geçerler, bir şerbet içildikten sonra damat dışarı çıkar, sağdıcı ve arkadaşları ile birlikte “güvey durma” merasiminin yapılacağı yere gidilirdi. “Güvey durma” âdeti çok eski bir adettir. Uygun bir yere seccade serilir, damat ve sağdıcı bu seccadenin bir yerinde kıbleye doğru dururlar, bu esnada bir hoca dua okur, “âmin” dendikten sonra damada burada da para iğnelerlerdi. Bu iş de bittikten sonra damat arkadaşları ile bir arkadaşının evine giderdi. Burada akşamın olması beklenir, akşam olunca kendi evine döner, akşam yemeği yendikten sonra yaşlı bir akraba ile birlikte yatsı namazına giderdi. Namazdan hoca ile birlikte dönülür, kısa bir dinlenmeden sonra çiftin dini nikahı bu hoca tarafından cari adetlere göre kıyılırdı.. Nikâh kıyıldıktan sonra konuklara bir bozulmamış bir tepsi baklava ikram edilirdi. Baklavalar yenildikten sonra gelin ve damat odalarına çekilirlerdi.

Pazartesi günü duvak günüdür. Bu merasime kadınlar iştirak ederler. Bu merasim düğünün son merasimidir, artık düğün bitmiş yeni bir yuva kurulmuştur.

Yeni gelin, kayın baba ve ailenin büyükleri ile konuşmazsa bu duruma “gelinlik etme” denir. O kişiler, geline birer hediye alarak bu duruma son verirlerdi.

Hiç yorum yok: